16 Mart 2020 Pazartesi
Hayatımızın normal akışı toplumsal ve hatta küresel olaylarla ne kadar sık kesintiye uğruyor hiç düşündünüz mü? Son zamanlarda yaşadığımız üzücü ve hatta sarsıcı olaylar ‘hayattan keyif alma’yı önemli ölçüde etkiliyor.
Depremler, seller, uzun süren orman yangınları gibi felaketler bir yanda, Suriye savaşı ve mülteci sorunu diğer yanda, uçak kazaları, korona virüsü derken ister istemez hepimizde kaygı ve endişe seviyesi artmaya başladı. Güvende olma duygumuz temelinden sarsıldı. Artık evimizdeyken bile kendimizi güvende hissedemeyebiliyoruz.
Böyle kaotik zamanlarda depresyona girmemek için ruhunuza iyi gelebilecek ve kendinizi iyi hissettirecek aktivitelere yönelin. Ne yapabiliriz diye soruyorsanız işte bir kaç öneri:
-Pozitif olun ve kötümser insanlardan uzak durun, mümkünse bir süre görüşmeyin.
-Umutsuzluğa kapılmayın, gerekirse profesyonel yardım alın.
-Spor yapın, açık havada bol bol yürüyüşe çıkın, bedensel olarak aktif olun.
-Doğayla daha çok iç içe olun, daha çok güneş alın.
-Öz bakımınızı, uyku düzeninizi ve yemek alışkanlıklarınızı ihmal etmeyin.
-Meditasyon yapın.
-Hobiniz varsa her gün belirli bir zamanınızı ona ayırın, yoksa da hemen bir hobi edinin.
-Gerçek dostlarınızla vakit geçirin, kendinizi yalnızlığa mahkum etmeyin.
-Kitap okuyun, sevdiğiniz müzikleri dinleyin, eğlenceli filmleri ailenizle birlikte tekrar izleyin.
-Çocuklarınıza daha çok zaman ayırın, birlikte oyunlar oynayın ve onlara güvende olduklarını hissettirin.
-Sosyal sorumluluk projelerinde yer alarak başkalarına yardım etmeyi deneyin, başkalarının hayatlarına dokunarak kendi içsel döngünüzün dışına çıkın.
-Ve son olarak gülümsemeyi ihmal etmeyin.
Sevgilerimle…
Hani bazen hepimizde olur ya; her şeyin ters gittiğini düşündüğümüz zamanlar vardır, çözümsüz kaldığımıza inandığımız anlar. Sanki her şeyin sonuna gelmiş gibi hisseder insan. Aslında küçücük bir adım atsak geriye ya da ileriye doğru; ya da kafamızı diğer tarafa çevirebilsek biraz; farklı bir bakış açısıyla bakabileceğizdir duruma.
İşte tam da bu nedenle bir koç olarak en çok şu soruyu sorarım: Başka?
Ve sessizce karşımdaki kişinin sınırsız olasılıklar dünyasına yolculuğunu gözlemlerim. Ve cevaplar gelmeye başladıkça ‘daha başka’ diyerek yolculuğuna devam etmesini sağlarım.
‘Aslında yaşamımızın her anında, farkına vardığımızdan daha fazla olasılığımız vardır’ der Thich Nhat Hanh.
Günlük rutinlerimizin daha doğrusu konfor alanlarımızın hemen dışında, açılmamış kapıların arkasında keşfedilmeyi bekleyen muhteşem olasılıklar mevcuttur. Olayların veya duyguların içerisinde boğulmadan, çizginin biraz dışına çıkıp mesafe koyabilirsek olaylarla aramıza, bakış açımız genişler ve resmin bütününü daha net görerek etrafımızı çevreleyen olasılıklar kümesini fark edebiliriz aslında.
Peki, nasıl genişleteceğiz bakış açımızı?
İlk adım tepkilerimizin altında yatan davranış kalıplarımızın farkına varmaktan geçer. Hepimiz inançlarımız, düşüncelerimiz, tecrübelerimiz ve geçmiş seçimlerimiz ile farklı davranış kalıpları oluşturur ve dünyaya bu kalıplar çerçevesinden bakarız. İşte bu kalıpları fark etmeyi başardığımızda, olaylara ve insanlara yüklediğimiz anlamları sorgular ve farklı bir açıdan bakıldığında anlamın tamamen değiştiğini görebiliriz. Böylelikle zihnimizi baskıdan kurtararak daha özgür bir şekilde alternatifler üretmesine yardımcı oluruz.
İkinci adım ise pozitif düşünme becerimizi geliştirmektir. Yani olayların sadece kötü taraflarını düşünmek yerine, gerçeği olduğu gibi görmeye çalışmak ve olumsuz olan durumların yerine ‘ne olmasını istediğimize yani olumluya odaklanmaktır. Bu alışkanlığı kazanmak için olumluluk egzersizi yapabilirsiniz. Her gün o gün için müteşekkir olduğunuz üç şeyi yazmaya başladığınızda kısa zamanda zihninizin olumlu şeyleri aradığını fark edeceksiniz.
Yaşamın güzelliklerine açık olmak ve anın tadını çıkarmak her zaman kolay olmayabiliyor; bununla birlikte Oprah Winfrey’in de belirttiği gibi “Tüm zamanların en büyük keşfi insanın tutumunu değiştirerek geleceğini değiştirebilmesidir.”
Bakış açınızı değiştirdiğinizde baktığınız şeyin de değiştiğini her zaman hatırlamanız dileğiyle.
Sevgiler
Zamanın birinde kurbağalar bir yarış düzenlemiş. Hedef çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış ve yarış başlamış.
Gerçekte seyirciler arasında hiç biri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu sesler duyulabiliyormuş. ‘Zavallılar, hiç bir zaman başaramayacaklar’.
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşmayınca teker taker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırmaya devam ediyormuş. ‘Zavallılar, hiç bir zaman başaramayacaklar’.
Sonunda o azimle tırmanmaya çalışan kurbağa hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret göstererek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri şaşkınlık içerisinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş: ‘Bu işi nasıl başardın?’ diye.
Kurbağa cevap vermemiş. Bir daha sormuşlar, yine cevap vermemiş.
İşte o zaman anlamışlar ki kurbağa sağırmış ve ne seyircilerin olumsuz konuşmalarını ne de hayıflanmalarını duymamış. Yarış boyunca sadece ve sadece hedefine odaklanmış.
Bazen dünyanın geri kalanını değil, sadece kendini dinleyebilmeli insan. Her zaman etrafınızda sizi eleştiren, boşa kürek çektiğinizi söyleyen, çabalarınızla dalga geçen, başaramayacağımıza inanan insanlar olacaktır. Siz siz olun o kurbağa gibi hedeflerinize ulaşamayacağınızı ya da hayallerinizi gerçekleştiremeyeceğinizi söyleyen kişilere karşı sağır kalın. Kendinizi başarıya odaklayın ve her durumda olumlu düşünün.
Wally Almos’un da belirttiği gibi ‘Kaç kişinin yapılamaz dediği ya da daha önce kaç kişinin denediği önemli değildir. Ne yapıyor olursanız olun, bunun sizin ilk girişiminiz olduğunu fark edin’.
Merak kediyi sahiden öldürür mü, yoksa sürekli bu lafı duyan kedi bir süre sonra kendi merakını öldürmesi gerektiğini mi öğrenir?
Merak etmek, hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren, öğrenmenin ve yaşamın en önemli koşuludur. Bir çocuk, merak ederek daha yeniyi ve farklıolanıarar. Onlar için, öğrendikleri her şey,her an bir yenisiyle güncellenebilir durumdadır. Bu yüzden de sürekli denemeye açıktırlar. Etraflarında gördükleri çok basit şeyler bile pek çok soruyu zihinlerinde canlandırabilir, sürekli cevaplar ararlar.Çocukluktaki bu spontanlık, meraka sahip çıkabilmekle sürdürülebilir.
Peki ne oluyor da çocukluktaki bu dürtümüzüyaşımız ilerledikçe kaybediyor ya da merakı “sadece merak” düzeyinde yaşıyoruz acaba?
Ebeveynlerin ve sosyal çevrenin çocukların o sınırsız merakına ve sonu gelmeyen sorularına karşı sabırsızlıkları, yeni şeyler öğrenirken çocuklarının zarar görebileceğine dair kaygı ve endişeleri, risk almak yerine bildik, güvenli, genel kabul görmüş yaklaşımları tercih etmeleri çocukların bu dürtüyü bastırmalarına neden olur. Merak olmadığında çocuğun veya yetişkinin yeni şeyler öğrenmeye, öğrendiği bilgiler arasında bağlantı oluşturmaya ihtiyacı ve motivasyonu olmaz.
Merak devreye girdiğinde, beyin o durumla daha fazla ve daha iyi bir etkileşim oluşturur ve deneyimi zenginleştirir. Merak ettiğimizde tüm duyular harekete geçer; gözlerimiz daha seçici bir rol oynarken, kulağımız her sesi aradığımız şey doğrultusunda dinlemeye başlar. Bunların hepsi merakın etkisiyle salgılanan dopaminin beynimizi çevresindeki her şeyi emmeye hazır bir sünger haline getirmesiyle olur.
Öyleyse bize düşen en önemli görevlerden birisi hem kendimizin hem de çocuklarımızın merak duygusunu canlı tutmaktır. Bir çocuk merak ederken,anne babanın onun merakını takip etmesi ve aynı heyecanı yaşayarak eşlik etmesi, sorularına sabırla uygun cevaplar vermesi çocuğun gelişimi açısından çok önemlidir. Eğer çocuğun merakı ve soruları sürekli yargılanıyor ve utandırılıyorsa çocuk bir süre sonra ‘merak etmeme’yi öğrenecektir.
‘Bitmeyen bir merak, yaşlanmamak için en önemli ilaçtır’ der Thomas Gray.
Sıradanlıktan uzak, merak dürtünüzün hep zirvede olduğu bir yaşam dileğiyle.
Sevgilerimle,
İşiniz ve özel yaşamınızda her şey yolunda gidiyor. İyi bir işte çalışıp düzenli bir gelir elde ediyor, sevdiklerinizle keyifli zamanlar geçiriyorsunuz. Yani hayatınız güllük gülistanlık gidiyor, ama yine de sizi rahatsız eden bir şeyler var. Kendinizi bir fanusun içerisinde kapana kısılmış gibi hissediyorsunuz. Belki de her şey bu kadar kolay olmamalı diye düşünüyorsunuz. Neler oluyor diye kendinize soruyorsanız,tebrikler konfor alanınızın sınırlarını fark ettiniz.
Son zamanlarda oldukça popüler hale gelen konfor alanı kavramının bilimsel tanımı insanın kendini halihazırda aşina hissettiği bir ortamda, her şeyi kontrol edebildiği yanılgısına düştüğü ve kendini rahat hissettiği psikolojik evredir.
Aslında kendimizi rahat hissettiğimiz her an konfor alanımız içerisindeyizdir. Etrafı görünmez duvarlarla örülü olan bu alana kimse dokunsun istemeyiz. Kendimizi oldukça güvende hissettiğimizbu alan bir süre sonra içinden çıkılamaz bir hale dönüşür maalesef. Bilinmeyenden ve risk almaktan korktuğumuz için kendimizi yeniliklere kapatır ve görünmez fanusumuzun içinde yaşamaya devam ederiz.Sevmediğimiz işimize giderken, ne kadar sıkılmış olsak da hep o bilindik yollarda yürür, bize daha fazla katkısı olmadığını hatta geriye doğru götürdüğünü bildiğimiz aynı kişilerle görüşmeye devam ederiz. Evde hep aynı koltuğa uzanır, hep aynı kupadan çayımızı yudumlamak isteriz.
Konfor alanı sadece fiziksel bir alan değildir. İçinde rahat ettiğimiz rollerimiz, aile ve arkadaş ilişkilerimiz, öğrenilmiş kurallar da bizim konfor alanımızı oluşturur. Evet hepimizin ihtiyaç duyduğunda sığınabileceği, kendini güvende hissedebileceği rutinleri olmalı ancak bu rutinler yeni şeyler öğrenmemizin, üretkenliğimizin ve kendi potansiyelimize ulaşmamızın önünde engel oluşturuyorsa uzun vadede konfordan çok zarar getirecektir.
Öğrenme ve gelişim, konfor alanlarımızın yani alışkanlıklarımızın hemen bir adım ötesinde başlar. Risk alıp zorluklar ve sorunlarla başa çıkmaya çalışmak, yeni beceriler edinmemizi ve daha özgüvenli olmamızı sağlar. Problemleri çözmek için çabaladıkça kendimizi daha iyi tanır ve içimizdeki gerçek gücü keşfederiz. Adım attıkça korkularımızı yener ve yaşamın bize sunduğu nimetlerden daha çok yararlanırız. Nietzsche’nin de söylediği gibi dans eden bir yıldız doğurmak isteyen, önce kendi içinde büyük taşkınlıklar ve kaos yaşamak zorundadır.
İşe veya eve giderken yeni yollar izlemek, bilmediğimiz yemekleri tatmak, tek başımıza sinemaya veya alışverişe gitmek, yeni bir müzik aleti çalmayı öğrenmek, sevmediğimiz bir ev işi için çabalamak, ya da alışkın olmadığımız şekilde hızlı karar vermeyi denemek gibi küçük adımlar bile konfor alanımızdan çıkmak için bize yardımcı olabilir.
‘Bir gün uyandığında, yapmayı isteyip de yapmadığın şeyler için zamanın kalmadığını fark edeceksin’ der PauloCoelho.
Konfor alanınızın dışında, ‘ah keşke’ demediğiniz, üretken bir yaşam sürebilmeniz dileğiyle.
Sevgilerimle,
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.