20 Temmuz 2024 Cumartesi
Adana, dolayısıyla Çukurova yakın gelecekte sadece Türkiye’nin değil, Doğu Akdeniz’deki konumu dolayısıyla bütün Akdeniz’in en önemli merkezi olmaya aday duruma gelmektedir.
Bu süreçte acilen Adana Anakent Belediyesi öncülüğünde “Adana’dan Akdeniz’e Nehiryolu” adı altında bir proje başlatılmalıdır.
Önerilen projenin başta Seyhan-Yüreğir-Karataş olmak üzere Adana’ya çağ atlatacağı düşünülmektedir.
Seyhan-Yüreğir-Karataş arası yaklaşık 50 km.’dir. Seyhan nehri güneye indikçe dünyanın en güzel mendereslerinden birini oluşturarak Akdeniz’e ulaşır.
Proje çok boyutludur. Özellikle kentin Akdeniz’le buluşmasını, kentlinin suyla ilişkisini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Projenin yıllara yayılarak çok uzun sürede gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir.
•Proje Karataş’ta yapılması gereken marina ile Seyhan Regülatör Köprü (bazı açılardan Regülatör Köprü-Taşköprü-Eski Baraj) arasını kapsamaktadır.
Seyhan Nehiryolu, Karataş’ta yapılması gereken Marina’nın meydanıyla bağlantılı olmalıdır!
•Proje düşünülürken yakın gelecekte Seyhan Nehiryolu’nda nehir taksilerinin, tur/gezinti botlarının, özel yatların, teknelerin gidip geleceği düşlemler ıskalanmamalıdır!
•Seyhan’ın önce bir, sonra her iki kıyısında (setlerde) gezinti, rekreasyon yolları açılmalıdır.
•Nehrin iki kıyısına açılacak yolların yanına endemik bitkilerin de bulunacağı parklar rekreasyon alanları yapılmalıdır.
•Seyhan Menderesinin uygun yerlerinde adacıklar oluşturulmalıdır.
•Gerek rekreasyon alanlarına, gerekse mendereste yapılacak adacıklara restoranlar, kafeler, kamp, spor, dinlenme alanları projelendirilmelidir.
•Nehrin belirli yerlerine teknelerin bağlanacağı, kayık kiralanacak cep iskeleler yapılmalıdır.
•Nehir tiyatrosu yapılmalıdır. (Bu Taşköprü ile Regülatör Köprü arasındaki yapay gölde de yapılabilir).
•Yüzen bahçeler yapılabilir. (Taşköprü-Regülatör/Taşköprü-Eski Baraj arası)
•Yüzen bahçeler, parklar güneş enerjisiyle aydınlatılabilir.
•Nehirde, yapay gölde cep yüzme havuzları yapılabilir.
Bütün bu işlerin yapılmasını sağlamak için;
a) Önce makro proje hazırlanmalıdır;
b) Zaman geçirilmeden Adana Regülatör Köprü ile Akdeniz arasında Seyhan nehrinin ulaşıma uygun olduğu noktalar saptanıp, dubalarla nehirde ulaşım yapılacak yolun çizgileri belirlenmelidir!
Canlı-cansız her şey için tek ortak kavram, zaman kavramıdır sanırım. En azından, her şey için doğma, var olma, ortaya çıkma gibi bir başlangıç ve ölme, yok olma gibi bir bitiş söz konusu olduğuna göre, zaman da beraberinde söz konusudur. Yaşam, sadece canlılar için geçerli olan ve doğumdan ölüme kadar geçen süre içindeki her şeyi içine alan bir kavramdır.
Her bitkiyi bir birey olarak düşünürsek, başlangıç, tohumun su almasıyla başlar. Tohuma su girmesi bir dizi fizyolojik olayları tetikler ve ardından, tohumdaki embriyo için büyüme ve gelişme, yani doğum zamanı başlar.
Doğum ile beraber bitkinin ilk faaliyeti, arayış hazırlığına girmektir. Bitkinin var olabilmesi, su, ışık ve besine ulaşabilmesine bağlıdır. Bunun için toprak altına (Kök) ve toprak üstüne (Gövde ve yapraklar) doğru olmak üzere iki farklı yönde kollar atarak, arayış hazırlıkları yapar. Su ve besinin bir kısmı toprak altında olduğundan, ulaşmak fazla zaman almaz. Işık için arayış, ilk yaprakların (kotiledon yapraklar) toprak üzerine ulaşmasına dek sürer.
İlk yaprakların toprak üzerine çıkması, zorlu bir süreçtir. Doğa, her bitkiye, yaşama iyi bir başlangıç yapabilmesi için gerekli kaynakları sunmuş olsa da, şartlar her birine rasgele dağıtılmıştır. Kimi toprağın hemen yüzeyine düşmüştür; yakıcı güneş ile yüz yüze iken var olma mücadelesine girdiğinden, kendisine verilen kaynakları kullanamadan kurur. Kimi yeterince derinlere düşmüştür; Yakıcı güneşten etkilenmez, üstelik üzerini örten toprağın kaynakları varken kendi kaynaklarının çoğunu kullanmaya gerek de duymaz. Kimi ise, daha da derinlere düşmüştür; ışığa ulaşamadan kaynakları tükenir.
Toprak altında kapalı halde olan ilk yapraklar, toprak yüzeyine çıkmasıyla beraber açılarak güneşi selamlar. Filizlerin güneşe yaptığı selam, aynı zamanda canlılığın devamına, hayata yapılan bir selamdır. Selamlamanın ardından, ilk yaprakların hemen dibinden bir filiz yukarıya doğru uzar. Bitkiler için bu filizler, bebekliğin bitmesi, çocukluğun başlaması anlamına gelir. Nasıl bebekler birbirine çok benziyorlarsa, ilk yapraklar da birbirine çok benzer: İlk bakışta hangi tür olduğunu anlamak zordur. Sonradan çıkan yapraklar, türünün özelliğini gösteren şekillere sahiptir. Artık, çocukluk başlamıştır.
Çocukluk, bitkinin yemyeşil, cıvıl cıvıl olduğu dönemidir. Bitkinin sürekli aktif olduğu, tüm zamanını büyüme ve gelişme faaliyetleri ile geçirdiği bu dönem, bitkinin hayatında yaşayacağı ikinci zorlu mücadelenin başladığı dönemdir. Bitki, başlangıçtan bu zamana kadar doğanın kendine verdiği kaynakları kullanmıştır. Artık kendisi ne yapabilirse, o kadar ile yetinmek zorundadır.
Çocukluk döneminde de şartlar çetindir ve bu şartlar altında ergenlik dönemine kadar vereceği mücadele, onun sonraki hayatındaki başarılarının da temeli olacaktır. Başta, çevresinde bulunan ve ihtiyaçlarına ortak olan diğer bitkiler ile var olma mücadelesini kazanmalıdır. Aynı zamanda hem toprak altında, hem de toprak üstünde arayışlarını artırmalı ve mümkün olduğu kadar yayılmalıdır. Aksi halde, en ufak olumsuzluk, çok büyük hayat mücadelesini gerekli kılacaktır. Tüm bu mücadelelerden sonra, yaşamın başlangıcı sona erecek ve yaşam, üretmek ve üremekle geçecek yeni dönemlerle devam edecektir
Türkiye’nin en iyi şehirlerinden sayılır, ekonomik göstergelerde ilk 5 içerisinde yer alırdı. Düzinelerce fabrikaları vardı… Fabrikalar binlerce Adanalı ’ya istihdam sağlar, personel taşıyan servisler geçerken yollar tıkanırdı. Tarımı, ülkeyi sırtlardı… Tarlalardan ve bahçelerden çıkan ürünler nam salar, dünyaya pazarlanırdı. Ticaretinin de hatırı sayılırdı… Adana’da üretilen ürünler, çevre iller başta olmak üzere, ülkenin tamamına pazarlanırdı. Yıllar önce işsizlik azdı Adana’da, refah daha fazlaydı… İş bulmak ve refaha ulaşmak isteyen insanlar için, göç alanıydı.
Yıllar önce Adana, bilimin, sanatın ve sporun üreticisiydi. Üniversitesi, Türkiye’nin en iyi üniversiteleri arasında yer alırdı. Şarkıcıların ve bestecilerin müzikleri dillerde yankılanır; Yeşilçam Adanalı sanatçılarla ülkeyi sallardı. Adanalı sporcular, yurt içinden ve yurt dışından topladıkları ödülleri Adana’ya taşırdı.
Yıllar sonra Adana bambaşka bir şehir halini aldı. Fabrikaları kapandı ya da taşındı. Servisler, değil yolları tıkamak, parmakla sayılacak kadar azaldı. Tarımı, değil ülkeyi sırtlamak, üreten çiftçisini dahi kalkındıramaz oldu. Daha önce dışarıya satış yapan pazarlamacıların yerini, dışarıdan Adana’ya satış yapan pazarlamacılar aldı. İşsizlik az iken, ülkenin en çok işsiz barındıran ili haline geldi. Göç alan bir şehirken, kaliteli insanlarını göç veren bir şehir haline geldi.
Yıllar sonra, en iyiler arasında yer alan üniversitesi, yerini başka üniversitelere kaptırdı. Yıllar sonra Adana’da bilim geriledi, sanat geriledi, kültür zayıfladı, ama… Yıllar sonra da olsa, Adana’nın sanatçısı ve sporcusu, toprağının kendinde yarattığı ruhu taşımaya devam etti. Şener Şen, Haluk Levent, Murat Kekilli, Yaşar, Fatih Terim, Hasan Şaş gibi Adanalılar, Türkiye’nin sanatında ve sporunda Adana ruhunu canlı tutmayı başardılar. En sonunda İpek Soylu adındaki genç Adanalının tenis sporunda dünya çapındaki başarısı, Adana ruhunun yeni nesillere de aksettiğini gösterdi ve içimizde Adana’ya dair umutları yeşertti.
Geçmişin Adana’sını anarken bahsettiğimiz refah ve kalkınma, geçmişte Adana’da yaşayan insanların çalışkanlığının ve üretkenliğinin eseridir. Adana’nın son yıllarda kalkınma konusunda yaşadığı problemlere dair çözümler, ilimizin bilim insanları, sanatçıları, sporcuları, iş adamları, sanayicileri ve politikacıları tarafından, bireysel ya da kurumsal çabalar ile aranmaktadır. Kalkınma ve kalkınma sonucunda ortaya çıkacak refah, Adanalıların tamamını ilgilendiren bir konu olduğundan, bu çabaya Adanalıların tamamının da katılması gerekmektedir. Adanalıların göstermesi gereken çaba, yarının bilim insanlarını, sanatçılarını, sporcularını, iş adamlarını, sanayicilerini ve politikalarını bu günden doğru bir şekilde yetiştirmek, onları yarınlar için desteklemek ve önlerini açmaktır.
Türkiye’nin neresinde nükleer santral söz konusu edilirse, aklıma halkın sonunun tercihi gelir. Nükleer tehlike öyle yok edicidir ki, risk gerçekleştiği anda etrafındaki canlılığı uzun yıllar boyunca yok eder.
Adana, çevresi elektrik santralleri ile çevrilmiş bir şehirdir: dağlarında hidroelektrik, deniz kıyılarında termik santraller bulunmaktadır. Yeni yapılacak santraller ile sayının daha artacağı da bilinmektedir. Her bir santralin kendi alanında çevreye ve sosyal hayata önemli zararı olsa da, nükleer santraller gibi yok edici bir zarar, bu santrallerin hiç birinde bulunmamaktadır.
Her santral, birer işletmedir. Her işletmede yönetim ekipleri ile beraber, çok sayıda mühendis, tekniker, teknisyen, usta ve işçi çalışmaktadır. Tüm bunların eğitim alanları ve düzeyleri farklı olsa da, yabancılar dışında, eğitim adına tek ortak noktada buluşurlar: hepsi Türkiye’de yaşamış, Türkiye’de yetişmişlerdir. Yani?.. Yaşadıkları ülkede insanın kıymeti düşüktür, yaşadıkları toplumun iş güvenliği bilinci yeni yeni oluşmaktadır.
Bu gün bile tüpü çakmakla kontrol eden tüpçüler, petrol istasyonlarında sigara içen pompacılar ya da müşteriler sık sık karşımıza çıkmakta iken, nükleer santral işçilerinin iş güvenliğinde ileri düzeylerde olmasını beklememek gerekir. Aynı şey, bu toplumda yetişen mühendisler için de geçerlidir.
İş güvenliğine dikkat çekmek amacıyla, işletme girişlerinde büyük panolar oluşturulur. Bu panolar vasıtasıyla, o işletmede ne kadar zamandır kaza yaşanmadığı ilan edilir. Panolar, aynı zamanda iş güvenliği ekipleri için övünç göstergesi olarak değerlendirilir: İşletmede ne kadar az kaza var ise, iş güvenliği çalışmaları da o kadar başarılıdır. Ne yazık ki bu panolar, iş güvenliği ne kadar başarılı olursa olsun, bir süre önce o işletmede kaza yaşandığını da belli etmektedir. Ne kadar özen gösterilirse gösterilsin, Türkiye’de her işletmede en az bir kaza vardır ve bunların bazıları ölümcül kazalardan oluşmaktadır. Böyle bir ülkede, nükleer santrallerde kaza olmayacağı ve bunlardan bazılarının da önemli kazalar olmayacağı söylenemez.
Türkiye’nin fıtratında, kazaya karşı önlem almanın bulunduğu düşünülemez. Önlemler, genellikle kazadan sonra alınmaktadır. En önemli önlem, uyarı etiketleridir. Bir çukur var ise, yanında uyarı etiketi yeterlidir. Etrafını çevirerek önlem almak için birinin çukura düşmesi beklenir. Bir kaza gerçekleşirse, herkesin diline düşer ve yetkiliye karşı ver yansın edilir. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ise her şey unutulur. Medya takip edilirse, bu tür olayların belediye, valilik, şirket, şahıs vb her alanda yaşandığı rahatlıkla görülebilir. Türkiye’de yapılacak bir nükleer santral, yine benzer kişi ya da kurumlar vasıtasıyla yapılacak ve işletilecekse, uyarı etiketlerini aşan bir önlem nasıl beklenilebilir.
Nükleer santraller için her işlemin otomasyona ve birkaç güvenlik önlemine tabii olduğu iddia edilse de, her işin bir noktası insan faktörüne dayalıdır. Türkiye’de insan faktörü, bir nükleer santraldeki prosesleri gereğince yönlendirecek yapıya, en azından şimdilik, sahip değildir. Bu gün yapılan her santral, aslında o bölgeye yerleştirilmiş nükleer bir bombadır. Her an patlayabilecek ve etrafındaki yaşamı yok edecek bir bomba.
Çukurova’nın son yağışlarını da geride bırakıp, bunaltan sıcaklarına geçiş yapmak üzereyiz. Bizler yazın bunaltıcı sıcağından şikayet ederken, bitkiler de bizden geri kalamazlar. Özellikle, öğle sıcakları o kadar şiddetli geçer ki, genç bitkilerin gün sonunu getirmeye dermanları kalmaz.
Şiddetli yaz sıcakları açısından bitkilerde ortaya çıkan en önemli sorunlar, bitkilerin yüksek ışık enerjisine maruz kalmalarından ve sıcaklığın terleme mekanizmalarına etki etmesinden kaynaklanmaktadır.
Işık enerjisinin belirli bir miktarda olması, bitkinin fotosentez ile besin elde edebilmesi için gereklidir. Enerji miktarı arttıkça fotosentez hızı da artar ve bir noktadan sonra bitkinin yeşil aksamlarında yapısal bozulmalar meydana gelir. Fotosentez hızının artması, fotosentez için gerekli maddelerin bir ya da birkaçının tükenmesine de neden olacağından, fotosentez mekanizmasının devamlılığı da söz konusu değildir.
Bitkilerin yüksek ışığa maruz kalması, fizyolojik olarak zayıflamasına ya da bazı aksamlarında ölümlere neden olur. Fizyolojik zayıflık, özellikle etkiye maruz kalan yerlerde renk açılması ve sararmalar şeklinde kendini gösterir. Etki çok ani ya da uzun süre gerçekleşmişse, etkiye maruz kalan bölgeler boz bir renk alır.
Bitki bünyesinde gerçekleşen madde alış-verişleri, terlememe mekanizmasıyla taşınan su vasıtasıyla gerçekleşir. Bitkiler, terleme ile yapraktaki suyu dışarı verirken, su moleküllerinin birbirini çekmesine ve su molekülleri arasında gerilime neden olur. Oluşan gerilim, topraktaki suyun kökler vasıtasıyla bitki bünyesine alınmasını sağlar. Bu şekilde su, aşağıdan yukarı doğru hareket ederken, gerekli maddelerin bitki bünyesinde taşınmasında da vasıta olur.
Sıcaklık arttıkça bitkinin su kaybı, dolayısıyla terleme hızı da artar. Bir noktadan sonra yapraktan kaybedilen su, topraktan karşılanamayacak hale gelir. Yüksek sıcaklık etkisiyle bir yandan su azalırken, bir yandan da bitki bünyesinde meydana gelen aktiviteler normalden daha hızlı gerçekleşir. Aynı anda hem suyun azalması, hem de aktivitelerin hızlanması, fizyolojik dengenin bozulmasına neden olur. Sonuçta büyüme ve gelişme yavaşlar, ilerleyen aşamalarda durma noktasına kadar gider.
Şiddetli sıcaklık etkisiyle terleme mekanizmasında meydana gelen aksaklıklar, ilk önce yaprakların dinçliğini kaybederek buruşmasıyla kendini gösterir. Sıkıntı devam ettikçe, bitkinin fizyolojik mekanizmalarında aksaklıklar meydana gelir. Neticede, bitkide önce renk açılmaları oluşur, ardından sararmalar ve geriye dönüşü olmayan zararlar ortaya çıkar.
Her bitki, olumsuz çevre şartlarına karşı kendini koruyacak mekanizmalara sahiptir. Gençlik dönemleri, yeni sürgünlerin oluştuğu dönemler, çiçeklenme dönemleri gibi bazı dönemlerde bitkiler daha hassas olduklarından, korunma mekanizmaları yeterli olamamaktadır. Genellikle, Çukurova bölgesi için yüksek sıcaklıkların etkisi, düşük sıcaklıklar kadar yıkıcı değildir. Sık rastlanan sorunlar, ışık enerjisinin fazla olması nedeniyle yaprak ve meyvede meydana gelen yanmalar şeklinde, ya da fotosentez mekanizması yavaşlaması nedeniyle ürün miktarında ve kalitesinde azalmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.