MUZAFFER METE

MUZAFFER METE

01 Ağustos 2025 Cuma

Babam Toyota gibi mi?

Babam Toyota gibi mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Depremlerden sonra konut fiyatlarının, turizmin canlanmasının ardından konaklama fiyatlarının, kısaca artan talepler karşısında ürün ve hizmet fiyatlarının artmasının ekonomik ve makul açıklamaları olabilir elbette. Bu artışlar piyasa diliyle “düzeltme” diyebileceğimiz makul ölçülerde olduğunda, anlayışla karşılanabilir. Hatta devlet mekanizması bu konuda düzeltmenin, makul ölçülerde kalmasını takip eder, denetler. Olası bir aşırılıkta, ya da açgözlülükte duruma müdahale eder.
Küresel salgınla birlikte, kötüleşen zorlaşan üretim koşulları, ekonomik veriler ve daha birçok sosyal, ekonomik parametreler alabildiğine bozulunca yıllar öncesinden aklımızda kalan “karaborsacılık, tezgahaltı satışlar” birer birer peydah olmaya başladı.
Özellikle de azalan arzın ardından, hükümetin faiz oranlarını da aşağıya çekmesi ile birlikte otomobil sektöründe önce 2.el fiyatları ardından da sıfır araçlar otomatik şekilde fiyat arttırdılar. Artan zamlara yetişmek mümkün değildi. Esnaf sattığı aracın aynısını yerine koymakta zorlanıyordu. Piyasa çıldırmış gibi otomobil sektöründeki, bu akıl dışı artışın sebebini anlamaya çalışırken, küçük esnafın şark kurnazlığına büyük kurumsal üreticilerde “düzene“ çabucak uyup, gemisini yürüten kaptan düsturuna uyup, her türlü fiyat artırım cambazlığına soyundular.
Anlatacağım örnek, daha çok Toyota bayilerinin başını çektiği, Adana Onatça ve daha birçok çevre illerde de tanık olunmuş olayların küçük bir özetidir, .
Sistem önce araçları, tezgahaltına çekip müşteriye “yok” diyerek başlıyor. Araç satın almak isteyen müşteri araç satın almak için bayileri gezmeye başlıyor; ancak her gittiği bayide aracın olmadığını(!) görünce bu sefer gelecek birkaç aya kadar bekleyebileceğini belirtiyor. Sistemin karaborsaya meylettiği kısımda burada başlıyor. Bayi müşteriye sıfır aracı fabrika donanımıyla vermek istemiyor, zira talep çok fazla arz kısıtlı, kar da iştah doyurmuyor. O zaman ne yapmak gerek, bir araçtan birkaç kez kar elde etmenin yolunu bulmalı. Bayi daha öncesinden hatta yıllar öncesinden araçlara satmak için deposunda bekleyen elde kalmış, ne kadar gereksiz aksesuar, donanım, paspas ıvır zıvır varsa müşteriye bunları alması yönünde dayatıyor. Otomobilin satışının bunları da alırsa olabileceğini, aksi halde araç satışını yapamayacaklarını belirtiyor. Yerli yersiz, döviz kurundan, afetten, siyasetten apayrı havada, keyfi her ay yapılan %10’luk zamlar bayilere yeterli gelmiyor. O zaman pazarcı esnafının yaptığı gibi “şişirme” işlemi yapılıyor. Bir %10-15 karda buradan faturaya ekleniyor, satış iştah açıcı hale gelmiş oluyor. Aksesuar derken de bunları öyle muhteşem aparatlar sanmayın en kıymetlisi artık işe yaramaz navigasyon cihazları, ya da dışarıda 300 liraya taktırabileceğiniz geri görüş kameralarını, 5 binli rakamlarla çarpıp müşteriye zarureti oynamak.
Toyota merkezide bu konuda üç maymunu oynuyor, yapılan şikayetlere sessiz kalıyor, kriz zamanlarının bayi zararlarını bu şekilde kapatma yoluna gidiyor. Müşteri memnuniyeti de, broşürlerde reklamlarda hoş bir seda olarak sadece cıngıllarda yaşamaya devam edecek.
Yıllar öncesinden çekilen “benim babam Toyota gibi” reklamı aklıma geldi. Bugün yaşadıklarımızla bu reklamı bir arada düşününce, bu reklamın fikir babasını merak ettim doğrusu, hangi “uyanık esnafın” çocuğuymuş diye, bizim aklımıza gelmez de hani bu kadar cinlik….

Devamını Oku

İstenirse Oluyormuş

İstenirse Oluyormuş
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Adana’da motosikletli gençler tarafından iş yerleri kurşunlama olayı yaşanıyor, bu olayların arkasından haraç çeteleri çıkıyordu. Özellikle merkez ilçelerimizde bu olaylar oldukça artmıştı. Bugün ise gelinen noktada bu olaylar bıçak gibi kesildi.
Demek ki, istenirse oluyormuş. Devletin gücü karşısında çetelerin yaşamasının mümkün olmadığını herkes yaşayarak gördü. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Bakan Yardımcısı Mehmet Sağlam, Adana’ya kentimize gelerek ‘Kimsenin gözünün yaşına bakmayız’ dediler ve söylediklerini de yaptılar.
Emniyet teşkilatına bu kararlılıkları için teşekkür ediyoruz. Özellikle kenar mahallelerde gençlerin birilerinin himayesine girerek bu tür olaylara karışmasının önüne geçilmesi, Adana’yı rahatlattı, nefes aldırdı.
Ümit ediyorum ki, bu konudaki kararlılık devam eder.
Özellikle Denizli, Narlıca, Mithatpaşa, Dağlıoğlu, Meydan gibi kenar semtlerde düşük ekonomik durumları olan insanların evlatlarının kullanılarak gerçekleşen olaylardan sonra alınan önlemleri takdirle karşılıyoruz.
Denizli Mithatpaşa Mahallesi’ndeki polis uygulamaları benim çok dikkatimi çekiyor. Adana Emniyetinin yunus ekipleri mahallede sürekli denetim yapıyor. Gençler üzerinde uygulama yaparak mahalleyi yunus ekipleri huzur getiriyor. Yunus ekiplerini de bu vesile ile takdir etmek istiyorum.
Akşam saatlerinde yani karanlık çöktüğünde kullanılmayan boş arazilerde ve metruh binalarda gençlerin uyuşturucu kullandığı bu kenar mahallelerde gece denetimlerinde sıkılaştırılması halkın huzuru açısından yararlı olur diye düşünüyorum.
10 Nisan Polis Haftası nedeniyle de tüm polis teşkilatımızın bu önemli haftalarını kutluyorum.

Devamını Oku

Kurumsal Karaborsacılık Hikayesi, Onatça

Kurumsal Karaborsacılık Hikayesi, Onatça
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geçen gün yazdığım yazının arkasından birçok telefon ve mesaj aldım. Tanıdığım birçok insan benim anlattığım duruma daha öncesinden ya kendisi tanık olmuş, ya da bir yakını benzer durumu yaşamış.
Hollywood’ta yaşanmış taciz skandalları arkasından başlamış olan “me too” hareketi gibi bir etki yapar daha birçok ifşalar gelir mi bilemem ama toplumun önemli bir kesiminde önemli bir etki bıraktığı gerçek. Gerçeklerin, haksızlıkların dile getirilmesi insanlarda yalnız olmadıkları hissini güçlendirmesi bakımından da önemlidir.
Medyatik meşhur Hilton’un bir sözü vardı, aklıma hemen o geldi; yaşanan olayların ardından, hanımefendi derdi ki:”ben herkesin duymak istediklerini söylerim, ama sonunda bildiğimi yaparım”. Günümüz kurumsal firmaları da aynen böyle hareket ediyorlar. Büyük reklam kampanyaları, spora sanata sponsorluklar, artı sosyal sorumluluk adı altında büyük reklam kampanyaları ama sonunda kendisine güven duyan“tüketiciyi” aldatmakta sakınca görmezler.
Her yaşanan aktivitenin, satışın bir diğerinin benzeri olmaktan öteye gitmeden, en çok para kazanmanın başarı sayıldığı bir kapitalizm hikayesinden ne Toyota’nın ne de onun yerelde ki ortağı Onatça buradan sağ salim, tertemiz çıkamaz. Ne diyorduk, kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser. Bizde de aldatırlar.
Salgın sürecini akıllıca kara geçirebilmeyi başarmış en önemli sektörlerden biri otomobil sektörüdür. Bütün sektörler krizin sonuçlarıyla pençeleşirken, hem tezgaha konmayan, hem de olmayan gerçek dışı fiyatlarla(uygulanmayan liste fiyatları gibi) oluşturulan fiyatları medya bombardımanı, reklamlarla kapıda oluşturulan sanaluzun kuyrukların sonunda, oluşturulan “kapanın elinde kalıyor, yok satıyor” algısıylasatışlar daha fazla verenin aldığı bir açık artırma tiyatrosuna dönüşür.
Bu arada Toyota karlılık derdine o kadar odaklanmış ki, sistemini, sisteminde ki yanlışlıkları bulup düzeltmenin derdinden daha çok bayisini mutlu etmenin huzuruyla olayların üstüne örtmeye, yapılanlara ehveni şer babında yorumlamaktadır. Sistemin başarısını ne zaman anlarsınız, çıkan sorunları çözümü sırasında. Çözmeyen sistem, koskocaman ticari balondur, müşteri memnuniyeti ve mutluluğu da afişlerde ve reklamlarda kalan bir yalandan ibaret kalır.
Bunların da ötesinde, küresel bir oyuncu olan Toyota gibi bir firma, bunu dünyanın başka yerinde, ABD’de, İngiltere’de ya da Yunanistan’da yapabilir mi? Bu hoyratlık, Türkiye’demi olabilir sadece? Devletin ilgili kurumları bu durumdan neden vazife çıkarmaz. Ticaret Bakanlığı, devreye girmek için neyi bekler mesela?
Küresel salgın, hayran olduğumuz Japon ahlak anlayışının, gurur ve utanç erdemlerinin de Japon Kamikaze pilotları gibi Anadolu’da harakiri mi yaptı. Bize anlatılan, müthiş Japon ahlakı, Anadolu’nun bozkırlarında “şark kurnazlığına” mı evrilmiş? Hata yapan Japon mühenis intiharı onurlu sayarken, Toyota’nın Ceo’su mühendis olmağı için mi, işletmeci mantığıyla, kulağının üzerine yatıyor. Marka sadece rakamlardan ibaret olmaz, yıllara dayanan güvenle inşa edilir.
Açılan sergi salonları, sanata yapılan destekler topluma verilen “küçük bir rüşvetten” öte bir anlama taşımaz. Müşteriyi her daim yolunacak kaz gören bir anlayışın ticari dürüstlüğü her zaman sorgulanmalıdır. İşinde olması gereken iyi niyeti, dürüstlüğü başka mecralarda algıyla yaratmak olsa olsa gaflet sayılabilir. Hp birilerinin algısında, zihninde silinmeden duracaktır yapılan yanlışlıklar.
Yıllarca Tofaş otomobillerinde ki, olmayan dikiz aynaları hafızalarımızda nasıl duruyorsa, Toyota ve Onatça’nın körler sağırlar tiyatrosu da hep hatırlanmaya devam edecektir. Portakal Çiçeği karnavalı da sizi aklamadan ortada duracaktır.

Devamını Oku

Noah Harari’yi Anlamak

Noah Harari’yi Anlamak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

2020’nin başlangıcıyla, dünyanın girdiği korona süreci, herkeste derin bir endişe, korku ve paniğe sebep oldu. Yazın serin, kışın sıcak evlerimizde, ortalama insan endişelerine sahip iken ki en son 80’lerde bu tarz endişelere tanıklık etmişken, toplum olarak ilk defa bu kadar karamsarlığa kapıldık dersek yanılmayız. Terörü hafızalarında canlandıramayan X,Y,Z kuşakları içinse hayatın ebeveynlerin anlattığı kadar korkulacak, endişe edilecek bir durum olmadığını sandıkları bir anda, daha da bir karamsarlığın ortasında kalmayı anlamak, bizler için epey zor olacak.
ABD menşeli, “best seller” kitap okuma alışkanlığı olan bizim büyük dünya görüşlü aydınlarımız içinde, zamanı ve geleceği okuma konusu, ilkokul öğrencisinin Dostoyevski’yi anlama çabası kadar cılız bir durumdu.
Yahudi kökenli akademisyen Harrari bilinen 3 kitap yazdı, hepsi de çok satanlarda hep başlarda oldu. Herkes okudu Harrari’yi, ama çoğu kimsenin anladığını sanmıyorum, çok azımız anladık Harrari’yi. Geçmişten geleceğe, yaşadığımız yaşayacağımız zamanın yeni izm’ini açıkladı. Kimimiz onu iyi bir tarihçi, kimimiz felsefeci, kimimiz de iyi bir fütürist saydık. Oysa o gelecekten haber veren bir fütürist gibi davransa da, aslında geleceği şekillendirenlerin “sesinden” başka bir şey değildi.
Harrari ne söyledi? Harrari önce evrimden bahsetti, sonra insanlıktan bahsetti ve en sonunda “insana ihtiyaç” kalmadığından bahsetti. İnsana ihtiyaç ne demek? Bizler ne zaman tüketim malzemesi, bir mal, kullanılan eşya olduk. Harrari’ye bakarsak zaten böyleymişiz, yakın bir zaman diliminde de miadımız dolmuş olacakmış. Aslında her şey apaçık ortayken bizler hala dünde yaşıyoruz.
Korona süresince gördüğüm hala dünde gibi yaşıyor ve düşünüyoruz, sonrada yarını anlamaya çalışıyoruz. Oysa yarını, yarında yaşar gibi düşünüp ancak anlayabiliriz. Gelmekte olan, gürültülü bir şekilde geliyor yeraltından öncü deprem gibi.
Yarının dünyasında hiçbir şey bugün ki gibi olmayacak, insan da bu kadar değerli olmayacak. İşin özeti bu….

Devamını Oku

Olağan şüpheli

Olağan şüpheli
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Belediyeler için, hiç kış gelmese, çalışanlar maaş istemese, yağmur yağmasa, deprem olmasa ne kadar kolay değil mi kenti yönetmek? Her bayramda bir afiş, 3 mesaj 2 poster, yandaş sosyal medya trolleriyle algı yönetmek, ne kolay değil mi?! Kenti yönetmek algıyla mümkün olsaydı, depremlerde hiçbir bina yıkılmaz, sular musluklardan devamlı akar, parklar yemyeşil olurdu; her sel felaketinden, her depremden, her susuzluktan sonra o cesaretli, “ben yaparım, ederim” diyen başkanlar gider, yerine eski dönemleri karalayan, bütçenin ve yasaların ellerini kollarını bağladığını söyleyen, elinden şekeri alınmış çocuk acınasılığında başkan portleri görmezdik.
Depremler özelinden bakarsak aslında, yıkılan binaların failleri çok bellidir. Nedense belli bu failler, suç ortaklıklarını bildiklerinden önce ortada bolca top çevirip, laf kalabalıklarında belirsiz bir suçlu tanımı yapıp, direkt “şu” diyemeden “ama ama” diyerek doğrudan da hiç kimseyi suçlamadan saatlerce konuşurlar. Tıpkı ülkede yolsuzluğun hep konuşulup, herkesçe bilinmesi gibi, ama asla bir yolsuzluk vakasının mahkemelere yansımaması, çözülememesi gibi, depremde de failler hokus pokuslarla nihayetinde kaybedilmektedir.

Suç faillerinin ana üssü belediyelerden başlayarak, olay mahalline kadar sürer. İşin başında ne kadar ruhsat “parası” alacağından gayri derdi olmayan belediyeler, mümkün olabilse her yere 100 katlı bina kondurmaktan başka inşaatla ilgili fikirleri var mı?
Denetim firmaları bu işlerde figüranlığı asla kabul etmez, bir yanıyla belediyelerle kötü olmamak, bir yandan da iş-para kaybetmemek arasında “vicdani”(?) sorumlukla iş yapabilmenin derdinler, insan hayatı o sıralar akla pek getirilmez. Meslek odaları ise yancı, ya da serçe parmağı gibi “hani bana hani bana” konumunda olup, her şeyi bilen ama bilmeyen, sonrasında da “biz demiştik” nakaratının solistleridir. Kendileri ile ilgili kapatılma konuları veya üye aidatları bahis konusu olduğunda, kamu adına denetleme görevlerinden dem vurup, olmamaları halinde nasıl bir tehlikenin olacağından konuşup, ama aslında görünürde sürecin hiçbir yerinde müdahil ve etkili değillerdir. Meslek oda başkanları zaman zaman belediyelerde icracı memur olarak görev yaparken suça ortak oldukları hissine hiç kapılmazlar, çünkü müteahhittir zaten “olağan şüpheli” olan, o kesin çalmıştır, “tek başına” öyle değil mi? Belediyelerde görev almayı liyakat sayarken, kamu adına meslek odalarında “gönüllü” hizmetleri, aile bütçelerine doğrudan gelir sağlamadığından mıdır bilinmez, orada pek bir acemi ve uyumludurlar.
Herkesin geride kalan enkaz yığınında bir aması, ben o fail ben değilim demesi sessizce bize fısıldanırken, ortada gün gibi gerçek “olağan şüpheliye” hepimiz ikna oluyorsak, bilelim ki filmin sonunda fail demiyorum failler deniz kenarında keyf çatacaklardır.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.