Başarı mı, gerileme mi?

Başarı mı, gerileme mi?

ABONE OL
1 Temmuz 2025 16:24
Başarı mı, gerileme mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ÖMER ALPDOĞAN

Başarı mı, gerileme mi?

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu listesi açıklandı. Listenin yayınlanmasının hemen ardından, Adana’dan 16 firmanın bu listede yer alması bazı çevrelerde “büyük başarı” olarak lanse edilmeye başlandı. Emin olun, yarın sabah Adana Sanayi Odası’ndan Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi Bölgesi’ne, yerel bürokrasiden bazı siyasilerimize kadar birçok isim çıkıp bu tabloyu gururla anlatacak. Ancak kamuoyunun dikkatle sorması gereken soru şu: Gerçekten bir başarıdan mı söz ediyoruz?

Elbette hayır.

Acı gerçek şu ki, bu tablo bir başarı hikâyesi değil; sanayide derinleşen bir çöküşün resmidir.

Bir zamanlar Türkiye sanayisinin gözbebeği olan, tekstilden kimyaya, tarıma dayalı sanayiden petrokimyaya kadar birçok alanda öncü konumda bulunan Adana’nın bugün geldiği nokta ne yazık ki düşündürücüdür. Türkiye’nin sanayi ligine sadece 16 firma ile katılan bir şehir, başarı hikâyesi yazamaz.Bu, başarı değil; gerilemenin resmidir. Bir zamanlar Türkiye’nin üretim üssü, sanayi devriminin Anadolu’daki kalesi olan Adana, bugün 500 büyük sanayi kuruluşu listesinde yalnızca 16 firma ile yer alıyorsa, burada kutlanacak bir şey değil, sorgulanacak çok şey var demektir.

Şu soruyu sormak gerekiyor: Ne oldu da Adana, sanayide liderlikten figüranlığa geriledi?

Peki, bu gerilemenin sorumluları kimler?

Yanıt açık: Başta Adana Sanayi Odası, Ticaret Odası, Ticaret Borsası ve Organize Sanayi Bölgesi yöneticileri olmak üzere, Adana’yı TBMM’de temsil eden milletvekilleri ve partiler üstü bir tutum sergilemekten uzak siyasal figürler bu çöküşün başlıca sorumlularıdır. Bu yöneticiler, yıllardır Adana’nın hak ettiği kamu yatırımlarını almasını sağlayamamış, çevre illere yönlendirilen teşvik politikalarını sadece seyretmiş, hatta bu yanlış kararları “Adana’ya yapılan hizmet” diye pazarlamaktan geri durmamışlardır.

Yakın geçmişte, Türkiye sanayisinin kalbi olan bu şehir, bugün komşu şehirlerle kıyaslandığında teşvik haritalarında dışarıda bırakılmış, yatırımları kaçırılmış, havalimanı gibi temel alt yapı hizmetleri başka illere kaydırılmıştır.Adana’dan Mersin’e “taşınan” havaalanı projesini bile başarı gibi anlatan bir siyaset ve yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız.

Bu kafayla devam edilirse, birkaç yıl sonra listede Adana’dan 16 değil, belki de tek haneli sayılarla karşılaşmak işten bile değil. Oysa bu kent, potansiyeliyle 16 değil, 116 firmayla o listede yer almalıydı. Çünkü Adana, sadece geçmişiyle değil, hâlâ barındırdığı üretim kapasitesi, insan kaynağı ve coğrafi avantajlarıyla da Türkiye’nin yeniden sanayi merkezi olabilecek güce sahiptir.

Ancak bunun için algı yönetimine değil, liyakatli ve vizyoner yöneticilere ihtiyaç var. Kentin dinamiklerini harekete geçirecek, şehrin çıkarlarını merkeze alan bir sanayi politikası oluşturulmalı. Şeffaf, hesap verebilir, sadece koltuk korumayı değil, memleketini yüceltmeyi hedefleyen bir yönetim anlayışı hâkim olmalıdır.

Adana, daha iyisini hak ediyor.Ama bunun için önce gerçeği görmek, sonra bu tabloyu değiştirmek için cesur adımlar atmak gerekiyor.

**

 

“Kalmadı Emmi” şiiri

Dün bu köşede yayımladığım “Modern yaşamın sessiz kaybedenleri” başlıklı yazıyı doğrusu söylemek gerekirse, sosyal medyada karşıma çıkan “Kalmadı Emmi” adlı şiirden esinlenerek yazmıştım. Hatta apardım da diyebilirim…

Çok hoşuma giden şiir halkımızın ve ülkemizin bugünkü halini anlatıyordu.

Sosyal medyadaki paylaşımların tamamında yazarı belli olmadığı ifade ediliyordu. Böylesine güzel ve günümüzü anlatan şiir sahipsiz olamaz dedim ve araştırmaya başladı. Çeşitli yerlerde, şiirin Recep Öğütçü adlı bir şairin olduğunu öğrendim. O güzel şiiir sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Dinle mezarından köyün halini,

Asvaltsız yol-sokak kalmadı emmi.

Beton yaptı torun ahşap evini,

Ardıç kiriş-direk kalmadı emmi.

 

Yandı ocaklarda dirgenle yaba,

Köşelerden kalktı teneke soba,

Herkesin altında son model araba,

At-merkepten binek kalmadı emmi.

 

Müslümanlık kaldı sadece lafta,

Camiide üç-beş ihtiyar safta,

Kur an açılmıyor, bekliyor rafta,

Hadise hiç gerek kalmadı emmi.

 

Yağ-peynir marketten, ekmek fırından,

Emekliyiz, endişe yok yarından,

Erkekler korkuyor kadınlarından,

Mutfakta un- elek kalmadı emmi.

 

Traktörler eker, aletler söker,

Pekmezin yerini aldı çay-şeker,

Afgan, Suriyeli kaldı ter döker,

Saban tutan bilek kalmadı emmi.

 

Köyler şehir oldu, şehir köy oldu,

Çobanlar, çıraklar şimdi bey oldu,

Eski görenekler bilmem ney oldu,

Sizler gibi örnek kalmadı emmi.

 

Tohum melez oldu, oynandı geni,

Sebzeler, meyveler diyor albeni,

Şişirdi göbeği, ağarttı teni,

Hormonsuz bir yemek kalmadı emmi.

 

Kimimiz tansiyon, kimimiz şeker,

Yürümek yok artık, herkeste teker,

Kız-oğlan otuz beş yaşında bekar,

Eski düğün dernek kalmadı emmi.

 

Seherde horozdan başkası kalkmaz,

Eski anneler yok ocağı yakmaz,

Sabah ondan önce kahvaltı yapmaz,

Erken çıkan erkek kalmadı emmi.

 

Hasılı eski köy yeniye döndü,

O eski evlerin ışığı söndü,

Göçelim, şehirler çok rahat dendi,

Kadir kıymet, emek kalmadı emmi.”

 

**

 

Mevlüt Abinin Not Defteri

27 Mayıs – Merkez Sağ Nerede, Siyasal İslamcılar Niye Orada?

Önceki gün 27 Mayıs’tı.Hani şu “ihtilal” diye geçen, ama aslında düpedüz darbe olan hadisenin yıldönümü. Adnan Menderes’in, Fatin Rüştü Zorlu’nun, Hasan Polatkan’ın darağacına gönderildiği o karanlık dönemin başlangıcı.

Normal şartlarda bu gün, Türkiye’nin merkez sağının yas günü olur, değil mi?Yani Demokrat Parti’nin torunları, sağ siyaset geleneğinin bugünkü temsilcileri ellerinde karanfillerle, dillerinde dualarla meydanlarda olur, gözyaşlarıyla “Bir daha asla!” diye haykırır diye beklersiniz.

Ama ne gezer…

Meydanda kim var? Siyasal İslamcılar.

Evet evet, neredeyse “Darbeyi bize yaptılar!” diyecekler.“Menderes bizdik, idam edilen bizdik, Yassıada bizdik” diye pankart açsalar şaşırmam. Bir ara kendimi o kadar kaptırdım ki, ben bile neredeyse inanacaktım darbede aslında Necmettin Erbakan asılmıştı da biz yanlış tarih öğrenmişiz!

Halbuki darbenin hedefi merkez sağdı.Yani kuyruklarla suçlanan, radyodan “vatandaş bilgilendirmeleriyle” aşağılanan, sonra da başbakanları ve iki bakanı darağacında can veren Demokrat Parti.

Ama ne hikmetse, bu merkezin bugünkü temsilcileri ortalıkta yok.Belki yaslarını içlerinde yaşıyorlar, belki de medya ambargosuyla görünmezler, ama yoklukları öyle büyük ki, meydan boş kalınca sesi çok çıkan yine sahneyi kapıyor.

Şimdi “darbe mağduriyeti”nden siyasal rant devşirme yarışında olanlara bir şey demiyorum. Hani siyasette fırsatçılık normaldir, ama bari “mağduriyet sırası” diye numaratör koysanız da herkes sırasını bilse. Merkez sağın hakkı merkez sağa, siyasal İslam’ın mağduriyeti ise 28 Şubat’a kalsın mesela?

Velhasıl dostlar…

Menderes’in ismini anan var ama mirasına sahip çıkan yok. Tarih yine tekerrür ediyor ama ibret alan yine yok. Her 27 Mayıs’ta aynı nutuklar, aynı hamaset.Bir yanda sessizliğin şatafatı, diğer yanda mağduriyetin megafonu.

Ben de not defterime yazdım: “Bir gün darbelerle yüzleşeceğiz… Ama önce kimin darbesi, kimin mağduriyeti onu karıştırmayalım.”

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.