ÖMER ALPDOĞAN
Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları, adı üstünde, doğaya verilecek zararın önceden belirlenip, projelere ona göre yön verilmesini sağlayan bilimsel dokümanlardır.Ama gelin görün ki Türkiye’de ÇED raporları ne yazık ki bu amacını çoktan yitirmiştir.Artık birer formalite evrakına dönüşmüş durumdalar.CHP Adana Milletvekili Dr. Müzeyyen Şevkin’in sözleri, bu acı gerçeği tüm açıklığıyla gözler önüne seriyor.
Dr. Şevkin, bir bilim insanı olarak, Türkiye’de ÇED raporlarının bilimsel kaygılarla değil, tamamen “olur alma” motivasyonuyla hazırlandığını yıllardır dile getiriyor. İliç’te yaşanan siyanür sızıntısı, Marmara Denizi’nde tekrar hortlayan müsilaj felaketi gibi örnekler ortadayken, bu projelere nasıl olur da “ÇED Olumlu” kararı verildiği sorusunu sormak, hepimizin görevi olmalı.
Daha da vahimi, 1993’ten bu yana Türkiye’de neredeyse hiç “ÇED Olumsuz” kararı verilmemiş olması. Düşünün: On binlerce proje değerlendirilmiş ama hemen hepsi doğaya zarar vermeyecekmiş! Bu, bilimi ciddiye alan bir insanın inanabileceği bir tablo değil. ÇED toplantıları artık halkı bilgilendirme değil, onları ikna etme, susturma, prosedürü tamamlama tiyatrolarına dönüşmüş durumda.
Dr. Şevkin’in dikkat çektiği bir başka nokta ise çok daha derin bir ahlaki soruna parmak basıyor: Olumlu ÇED raporu verilen projeler, milyonlarca yılda oluşmuş doğal ekosistemleri birkaç ayda yok ediyor. Bu raporların altına imza atan “uzmanlar”, acaba bilimsel ahlakı, meslek etiğini ne kadar ciddiye alıyorlar? Diplomaları, yalnızca geçim kapısı mı?Yoksa bilim dediğimiz şey, kâğıt üzerinde kalan birkaç formülden mi ibaret?
Sormadan edemiyorum: Vicdanları hiç mi sızlamıyor? O yok edilen ormanları, kuruyan gölleri, kirlenen denizleri görmüyorlar mı? Gözleriyle görmüyorlarsa, yüreklerinde hissetmiyorlar mı?
Doğayı katleden projelere olur verenlerin sorumluluğu sadece hukuki değil, aynı zamanda etik ve tarihsel bir sorumluluktur.Çünkü bilim, iktidara yaranmak için değil, gerçeği söylemek için vardır.Şevkin gibi, bilimsel onurunu koruyan, hakikati savunan insanların sesi daha fazla duyulmalı.Çünkü bir toplumun geleceği, sadece ekonomiye değil, doğasına ve bilimin ahlakına da bağlıdır.
Ve son söz: Doğayı savunmak, romantik bir hayal değil, yaşamanın ta kendisidir. Bu ülkenin dağları, dereleri, denizleri; hiçbir “olumlu” rapora feda edilemeyecek kadar değerlidir.
**
Beyceli Mahallesi’nde gözümüzü tırmalayan manzara
Adana’nın Sarıçam ilçesine bağlı Beyceli Mahallesi, her geçen gün büyüyen, gelişen, şehirleşme sürecine hızla ayak uyduran bir bölge.Ancak ne yazık ki gelişen sadece binalar, yollar, toplu taşıma olanakları değil. Gözle görülür biçimde artan bir başka şey daha var: Çevre kirliliği.
Mahallenin tam göbeğinde, belediye otobüslerinin son durağı olan noktada yürürken karşımıza çıkan manzara içler acısı.Kaldırım kenarları poşet, ambalaj atığı ve rastgele atılmış çöplerle dolu.Yeşil alanları görebilmek neredeyse imkânsız hale gelmiş. Doğanın nefes almaya çalıştığı bu alanlarda, maalesef plastik atıklar doğaya beton kadar zarar veriyor.
İnsan bu görüntülerle karşılaştığında ister istemez düşünmeden edemiyor: Sarıçam Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü ne iş yapar? Bu sokaklar, bu kaldırımlar onların sorumluluğunda değil mi?Gün içinde üzerinde “Sarıçam Belediyesi” logosu olan pek çok araç bu mahallede dolaşırken, bu çöpleri kimse mi görmüyor? Belediye ekiplerinin, görevli temizlik personelinin bu görüntülere bu kadar duyarsız kalması gerçekten düşündürücü.
Ancak burada durup bir adım geri atmakta fayda var.
Evet, Sarıçam Belediyesi bu kirlilikten birinci derecede sorumludur. Ama bir diğer gerçek var ki, bu mahallede yaşayan bizler de aynı ölçüde sorumluyuz. Çuvaldızı belediyeye batırmadan önce, iğneyi kendimize batırmamız gerekiyor. Çünkü bu çöpler bir sabah gökten yağmadı. Bu atıkları oraya atan da, konteynerin hemen yanına değil, 10 metre uzağına poşet fırlatan da biziz.
Evimizin önünü süpürmek, çöpümüzü konteynere atmak, kamusal alanlara sahip çıkmak bir lütuf değil, vatandaşlık görevidir.Temizlik sadece belediyenin değil, tüm toplumun sorumluluğundadır. Hep söyleriz: Temizlik imandandır. Ama bu iman hem Sarıçam Belediyesi’nde hem de bu mahallede yaşayan insanlarda olacak ki, sokaklarımız tertemiz, yaşanabilir hale gelsin.
Beyceli Mahallesi’nin bu hak etmediği görüntülerden kurtulması, ancak birlikte hareket edersek mümkün olabilir.Belediye üzerine düşeni yapmalı, denetimlerini artırmalı, temizlik ekipleri daha sık devriye atmalı.Ancak biz de birey olarak çevreye duyarlı olmalı, çocuklarımıza bu bilinci aşılamalıyız.
Unutmayalım: Kirli sokaklar, kirli bilinçlerin eseridir. Ve bu bilinci ancak hep birlikte temize çekebiliriz.
**
Mevlüt Abinin Not Defteri
Helal olsun bu kızlara, helal olsun Sabancı Ailesine!
Vallahi bakmayın siz bizim gibi ihtiyar delikanlıların “Aman efendim bu yeni kuşaklar tembel, Z kuşağı telefondan başka bir şey bilmez, Y kuşağı da sabah kahvesini içmeden ayılamaz” gibi laflarına… Bildiğiniz eski nesil kıskançlığı bunlar! Çünkü gerçekler hiç öyle değil.Gençler vallahi harika işler yapıyor.
İşte burnumun direğini sızlatan, göğsümü kabartan bir örnek:
Adana’nın yoksul sayılabilecek semtlerinden birinde yer alan Sakıp Sabancı Ortaokulu’nda okuyan üç pırıl pırıl kızımız, mezun olurken öyle bir başarıya imza atmışlar ki, insanın nutku tutulur. Sakıp Sabancı Eğitim Ödülleri’nde dereceye girmişler.Birinci olan kızımız 25 Cumhuriyet Altını, ikinci 15, üçüncü de 10 Cumhuriyet Altını kazanmış.
Altın deyip geçmeyin, bugünün ekonomisinde o ödüller adeta burs değil, eğitim roketi!
Taksitle telefon alan bizlere, “Ben eğitimle zengin olurum” diyen gençlerin tokadı gibi. Gönül tokadı tabii.
Biz zamanında okuldan mezun olunca ne alırdık? En fazla sınıf öğretmeninden bir “Aferin evladım”, annemizden de “Hadi şimdi git bakkaldan ekmek al” komutu! Şimdi çocuklar altın alıyor, hem de bilezik değil, Cumhuriyet altını!
Sabancı Ailesi’ne de buradan kocaman bir teşekkür.Öyle kuru fasulye tadında “30 liralık kitap çeki” değil, gerçek bir teşvikbu.Öğrencinin hayatına dokunan, aile bütçesine katkı sağlayan, “Okuyayım da hayatım değişsin” dedirten cinsten.
Helal olsun kızlarımıza!
Helal olsun o kızları yetiştiren ailelerine, öğretmenlerine…
Ve helal olsun bu işi şova dönüştürmeyip, sessiz sedasız böyle güzel ödüllerle gençleri destekleyen Sabancı Ailesi’ne.
Umarım bu güzel uygulama başka okullara, başka illere, başka yarışmalara da ilham olur.Eğitim ödülleri, sadece takdirname kağıdıyla geçiştirilecek bir şey olmamalı.Hele şu devirde bir öğrencinin en büyük hayali “evde internet bitmesin” olmuşken, altın gibi bir ödül çocukların geleceğini de altın gibi parlatır.
Bak Mevlüt abin ne diyor son söz olarak:
Z kuşağı falan değil bu çocuklar, ZAFER kuşağı!
**
Cumartesi Öyküleri
Muhammed Amca’nın Baharı –2: Mehtap ve Sophia Loren
Muhammed Amca’nın gönlünde hâlâ bahar esiyordu ama o baharın ilk tomurcuklandığı zamanı hiç kimse bilmezdi. Ta ki bir gün, İnönü Parkı’nda eski bir dostu onu ağzından kaçırana kadar:
— Yahu sen hâlâ Mehtap’ın yerine birini arıyorsun değil mi?
Mehtap.
Bir zamanlar Ankara’nın bağrında açmış, ama Adana sıcağına kapılıp sönüp gitmiş bir çiçek.Dolgun yanakları, ince kemikli burnu, alnının ortasında bir tutam inat, gözlerinde ise… işte o gözler Sophia Loren’in gözlerine benzerdi.
Muhammed Amca bir gün kahvehanede şöyle demişti:
— Mehtap’a her baktığımda Sophia Loren’in gençliğini görürdüm. Hem güzeldi hem başına buyruktu. Türk filmi gibi kadındı.Sözünü sakınmaz, gözünü kaçırmazdı.
Mahalledekiler takılırdı tabii:
— Amca, sen aslında Sophia Loren’i arıyorsun da, üşeniyorsun. Onun için Mehtap’ta avunuyorsun.
— Adana’da bulamazsın öyle kadını, mutlaka İtalya’ya gitmen lazım, Milano’ya, Napoli’ye, hatta belki Roma’ya kadar…
Muhammed Amca da bu takılmalara kızmaz, aksine bir sigara yakar, uzaklara bakardı:
— Belki de gitmeliydim, kim bilir… Belki Mehtap da gitmiştir oralara.Belki şimdi bir İtalyan beyefendisine makarna yapıyordur.Ama ben… ben hâlâ bu parklardayım.
Mehtap’la olan hikâyesi yarım kalmıştı. Aşkları çok sevgi doluydu ama bir o kadar da sertti. Mehtap Ankara’ya ailesinin yanına dönmüş, bir daha haber alınamamıştı. Ne mektup, ne telefon. O günden sonra Muhammed Amca’nın gönlünde bir boşluk kalmıştı. İşte bu yüzden, her kadına dikkatli bakar, gözlerinde bir iz, bir gölge arardı. Ama ne zaman bir esmer kadına rastlasa, içinden sadece bir isim geçerdi: Mehtap.
Ve belki de bu yüzden Sophia Loren takıntısı bitmemişti. O yüz, o bakış… Hep bir hatıranın izdüşümüydü.
Bir gün, parkta gençlerden biri şakalaşırken şöyle dedi:
— Amca, bu gidişle seni Adana’dan toplayıp direkt Roma’ya yollayacağız.
Muhammed Amca bastonunu kaldırıp göz kırptı:
— Pasaportum hazır evlat. Bahar her yerde güzeldir ama gönül, Sophia’yı hâlâ arıyor.
**
Ozan Arif’ten İşkence Şiiri
Hakim bey…Hakim bey..bütün dünyamı,
Yıkarak yaptılar benim sorgumu.
C-5 denen yere gözleri bağlı,
Tıkarak yaptılar benim sorgumu.
Savcının ağzından şu okunanlar
Benim suçum değil hep yalan bunlar!..
Dövdüler hakim bey,ağzımdan kanlar,
Akarak yaptılar benim sorgumu.
Düştüm ki bir sürü moskof piçine
Biri de demedi bunun suçu ne?
Tabancayı ta ağzımın içine
Sokarak yaptılar benim sorgumu.
Döve döve işettiler altıma
Bayıldıkça sarıldılar hortuma
Islatıp ıslatıp tekrar sırtıma
Çıkarak yaptılar benim sorgumu
Kimi vurdu,kimi baktı seyrime
Cop izleri oluk oldu böğrüme,
Sigaranın ateşiyle bağrıma
Çökerek yaptılar benim sorgumu.
Kimi şarap içti,kimisi rakı,
Karma karış oldu her türlü koku.
Döverek pisletip ağzıma boku
Dökerek yaptılar benim sorgumu.
Jileti vurdular ileri geri
Dilim dilim oldu yarıldı deri
Yarılan yere tuzu biberi
Ekerek yaptılar benim sorgumu.
Tırnağım söküldü kelpeten ile
C-5 ler konuşsa gelse de dile
Su diye yalvardım,hep güle güle
Bakarak yaptılar benim sorgumu.
Şişe ile zorladılar gıçımı
Tuzlu su verdiler yaktı içimi
Derisinden kopanaca saçımı,
Çekerek yaptılar benim sorgumu.
Allahsız-kitapsız sekiz on ayı,
Suçsuzum dedikçe vurdu sopayı,
Burnuma soktular tornavidayı
Bükerek yaptılar benim sorgumu.
Biri bu Soyer’di domuzun dölü!..
Sesinden tanıdım değilim deli.
Tenasül uzvuma ceryanlı teli
Takarak yaptılar benim sorgumu.
Hakim bey,erkeklik kalmadı daha
Ölem diye çok yalvardım Allah’a.
Avuç içlerimden tutup çarmıha
Çakarak yaptılar benim sorgumu.
Babamı almaya eve gittiler
Anama avradıma neler ettiler
Çocuğum boğazından tuttular
Sıkarak yaptılar benim sorgumu.
Yavrumu görünce çıldırdım dedim(!)
Ne derseniz kabul saldırdım dedim.
Atatürk’ü bile öldürdüm dedim
Yakarak yaptılar benim sorgumu.
Ozan Arif anlatamaz kaygımı
Yitirdim kanuna olan saygımı
Velhasıl ‘devlete güven’ duygumu
Sökerek yaptılar benim sorgumu.
ADANA
4 saat önceADANA
1 gün önceADANA
1 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
4 gün önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.