ÖMER ALPDOĞAN
Seyhan ve Ceyhan’da yaşanan son gelişmeler, demokrasimizin ne kadar olgunlaştığını ya da henüz hangi sınavlardan geçemediğini bir kez daha gözler önüne serdi. Malum, her iki ilçede de CHP’li belediye başkanları tutuklanarak görevlerinden geçici olarak uzaklaştırıldı. Bu tür durumlar için yasalarımız açık: Belediye başkanının yokluğunda meclis üyeleri kendi içlerinden bir ismi başkan vekili olarak belirler.
Bu oylamalarda beklenen oldu: Üçüncü turda da olsa CHP’li meclis üyeleri, yine CHP’li isimleri başkan vekili seçti. Lakin dikkat çekici olan, Cumhur İttifakı’nın –özellikle AK Parti’nin– bu süreçte sergilediği siyasi tavırdı.Demokrasiye ve milli iradenin tezahürüne bağlılık, böylesi olağanüstü durumlarda sınanır. Ancak AK Parti, halkın seçimle göreve getirdiği CHP’li kadroların yerine yine o partinin içinden bir isme destek vermek yerine kendi adayını çıkarmayı tercih etti.
Bu, teknik olarak yasaldır.Ancak etik midir?Siyasi açıdan isabetli midir? Bence hayır. Çünkü burada mesele yalnızca bir meclis oylaması değil, seçmenin iradesine duyulan saygının ne ölçüde içselleştirildiğiyle ilgilidir.Halk CHP’li başkanları seçmiştir.Meclisteki çoğunluk da yine CHP’dedir.Bu durumda, geçici de olsa görev üstlenecek ismin yine o partiden olması doğaldır, olması gerekendir.
AK Parti, bu tür kriz anlarında demokrasiye sahip çıkan bir refleks gösterebilirdi. İlk turda aday çıkarmayıp CHP’li adaylara destek verseydi, bu hem demokratik olgunluk hem de siyasal erdem açısından alkışlanacak bir tavır olurdu. Oysa tersine gidildi; üçüncü tura kadar uzayan bir oylama süreci yaşandı ve kamuoyuna “biz de bu yönetimde söz sahibi olmak istiyoruz” mesajı verildi. Bu mesaj, halkın seçimde verdiği kararı ikinci plana atmak anlamına gelir.
Bu tutum, bir yönüyle iktidarın yerel yönetimlerdeki rekabet anlayışını da sorgulatıyor.Acaba bu durum tersine olsaydı, yani AK Partili bir belediye başkanı uzaklaştırılsa ve CHP mecliste azınlıkta olsaydı, benzer bir refleks gösterilir miydi?
Demokrasiyi sadece seçim sandığına indirgemek büyük bir hata olur. Asıl mesele, seçimden sonra ortaya çıkan tabloya ne kadar saygı gösterildiğidir. Bugün CHP’li belediyelerin yerine geçici olarak görev yapacak isimlerin belirlenmesinde yaşanan süreç, bu açıdan sınıfta kalınan bir sınav oldu.
Seçimin galibi bellidir. Meclis çoğunluğu da halkın iradesine paralel şekilde CHP’dedir.Bu gerçeğe rağmen AK Parti’nin aday çıkarması, “ben de oyundayım” demekten ziyade, halkın kararına direnmeyi andırmaktadır.
Oysa siyaset, rakibin zor zamanlarında bile ilkesel duruş sergileyebilmeyi gerektirir.Bu fırsat kaçırıldı. Yazık oldu.
**
Ümit Özdağ’ıntahliyesidönüm noktası olmalı
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, 148 gün süren tutukluluğun ardından 2 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılarak tahliye edildi. Hukukçuların çoğuna göre bu kararın hem istinaf hem de Yargıtay aşamalarında bozulması kuvvetle muhtemel. Ancak asıl mesele, bu hukuki detaylardan çok daha derin bir noktada duruyor: Türkiye’de siyasetçilerin ve yurttaşların ifade özgürlüğü hakkı, ne ölçüde güvende?
Özdağ’a yöneltilen suçlama “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek”.Ancak bu tür soyut ve yoruma açık ifadelerle bir siyasetçinin aylarca tutuklu kalması, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi, demokrasi açısından da büyük bir yaradır.Demokrasi, sadece sandığa gitmekten ibaret değildir.Fikir özgürlüğü, eleştiri hakkı, siyasal görüşlerin açıkça dile getirilmesi ve bunların toplumla paylaşılabilmesi bu sistemin omurgasını oluşturur.
Bu karar ve tahliye, yalnızca Ümit Özdağ’ın değil; tüm siyasetçilerin görevlerini baskı ve korku olmadan yerine getirebilmesinin yolunu açacak bir eşik olabilir.Çünkü konu kişi ya da parti meselesi olmaktan çoktan çıkmıştır.Bugün Ümit Özdağ’ın başına gelen, yarın başka bir partinin, başka bir liderin ya da herhangi bir yurttaşın başına gelebilir. O yüzden bu karar, Türkiye’de siyasal baskıların sona ermesi ve demokratik alanın yeniden açılması adına bir başlangıç olmalıdır.
Fikirlerini dile getiren insanları tutuklayarak susturmak, çağdaş hukukla ve insan hakları anlayışıyla çelişir. Toplumsal barışı tehdit eden asıl unsur, farklı seslerin bastırılmasıdır. Oysa toplumlar ancak çoğulculukla, farklı görüşlerin açıkça ifade edilebilmesiyle güçlenir.Siyasetçinin yargı önünde sorumlu olabileceği durumlar elbette vardır; ancak bu sorumluluğun sınırları keyfîliğe değil, evrensel hukuk normlarına dayanmalıdır.
Ümit Özdağ’ın tahliyesi, sadece bireysel bir özgürlük kazanımı değil, daha büyük bir değişim çağrısının işareti olmalıdır.Demokrasi; ifade özgürlüğünün, adil yargılamanın ve siyasal çoğulculuğun garantisidir.Bu nedenle bu karar, muhalefet üzerindeki baskıların son bulması ve siyasal atmosferin normalleşmesi yönünde atılacak adımların ilki olmalıdır.
Türkiye, fikirlerin suç sayılmadığı bir geleceği hak ediyor.Siyaset, cezaevinde değil, mecliste, kürsülerde ve meydanlarda yapılmalı.Hukukun terazisi her zaman adil tartmalı.
**
Mevlüt Abi’nin Not Defteri
Başlık: Vekil aranıyor, ben buradayım!
Güzel ülkemin güzel insanları, ne güzel şeyler oluyor şu sıralar! Makamlar boşalıyor, koltuklar boşaltılıyor, ardından hemen bir “vekil” seçiliyor.Hani eskiden biri gidince yerine memleketten bir tanıdık çağrılırdı ya, artık o da oylamayla oluyor. Demokrasi diyorlar, katılımcılık diyorlar… Ee, ben de vatandaş olarak katılayım dedim!
Her boşalan koltukta hop birileri fırlıyor ortaya: “Ben vekil olurum!” Kimisi aynı partiden, kimisi karşı partiden… Kimisi dün Twitter’da birbirine sövüyordu, bugün aynı makama göz dikmiş. Dedim ki kendi kendime, “Mevlüt, senin neyinden eksik bu arkadaşlar? Onlar koltuğa göz dikiyorsa, sen neden mahalle muhtarının vekilliğine talip olmayasın?”
Mahallemizin muhtarı iyi adamdır, Allah var ama insan bu, belli mi olur? Koltuk kayar, dosya gelir, görevden el çektirilir… O an geldiğinde hazır kıta bekliyorum. Adaylığımı da davul zurnayla, mehter takımı eşliğinde açıklayacağım. Sloganım hazır:“Muhtar giderse, Mevlüt gelir!”
Parti önemli değil.Zaten aynı dünya görüşünü paylaşmıyoruz.Hatta zaman zaman görüşlerimiz birbirine taban tabana zıt.Ama ne gam? Siyasetin yeni normali bu: Zıt görüşlere rağmen aynı koltuğa göz dikmek! Üstelik ben bu koltuğa, “hizmet” aşkıyla değil, “hazır boşalmışken oturayım bari” diyerek talibim. Samimiyet önemli, ben de samimiyim!
Yani özetle, koltuğun altından çekilmesi kaldı. Gerisi bende. Çayımı demledim, seçilince ilk iş kahvehaneye uğrayacağım. Mahalleliye “bana vekil diyebilirsiniz artık” dedirtmezsem, bana da Mevlüt demesinler!
O yüzden buradan duyuruyorum:
Mahallemize bir şey olursa, benden önce düşünmeyin.
Ben buradayım.
Hem vekilim, hem vefalıyım.
Koltuk boşalsın, ben dolayım!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.