ÖZGÜR ÖZEL LİDERLİK YOLUNDA

ÖZGÜR ÖZEL LİDERLİK YOLUNDA

ABONE OL
12 Temmuz 2025 08:26
ÖZGÜR ÖZEL LİDERLİK YOLUNDA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, göreve geldiğinde pek çok çevre onu “yeni ama tecrübesiz bir genel başkan” olarak görüyordu. Parti içinde bile fısıltılarla dile getirilen bir görüş vardı: “Bu isimden lider çıkmaz.” O günkü söylemleri, özellikle iktidarla “yumuşama” arayışları, tabanda soğuk karşılandı. Kimilerine göre CHP rüzgarını kesen, netlikten uzak bir profil çiziyordu.Ancak zaman gösterdi ki, Özgür Özel bu eleştirileri sadece duymadı; onlardan ders de çıkardı.

Bugün geldiğimiz noktada, Özel’in genel başkanlıktan liderliğe doğru önemli bir aşama kaydettiğini görüyoruz.Zira liderlik, yalnızca bir makam değil; kriz anında sorumluluk alabilme, tabanı kenetleyebilme, söylemi belirleyebilme sanatıdır.

Belediye Operasyonları: Kriz mi, Fırsat mı?

CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar, ilk olarak Ekrem İmamoğlu üzerinden başladı.Ardından Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın gözaltına alınmasıyla süreç bir anda genişledi.Siyasi atmosferde “yeni bir tasfiye dalgası mı geliyor?” sorusu dillendirilirken, Özgür Özel bu gelişmeleri bir pasif izleyici gibi kenardan seyretmek yerine, aktif bir siyasal mücadele zeminine dönüştürdü.

Karalar’a sahip çıkması, süreci kişiselleştirmeden ama siyasi olarak sahiplenecek kadar cesur bir tavır sergilemesi, onun liderlik hanesine önemli bir artı olarak yazıldı. Özellikle “CHP’li belediyelere gözdağı verilmesine izin vermeyeceğiz” çıkışı, iktidara karşı net bir pozisyon alışın işaretiydi.

Yunus Emre Misali: “Hamdim, Piştim…”

Özgür Özel’in siyasetteki değişimi, Mevlânâ’nın öğrencisi Yunus Emre’nin meşhur dizelerini hatırlatıyor:
“Hamdım, piştim, yandım…”
Henüz “yandım” kısmına ulaşmış değil belki ama Özgür Özel’in “pişme” süreci hızla ilerliyor.Kendi ifadesiyle “kriz yönetmeyi öğrenen bir genel başkan” portresi çiziyor.Bu da onu yalnızca koltukta oturan biri olmaktan çıkarıyor; siyasi sorumluluğu olan, partisini yönlendirebilen bir lidere dönüştürüyor.

Parti İçi Sessizlik: Güçlünün Lehine

Bugün parti içinde Özgür Özel’e yönelik yüksek sesli bir muhalefet yok.Bu, geçici bir sükûnet mi yoksa liderliğin kabulü mü?Cevabı zaman gösterecek. Ancak şurası net: Parti içindeki eleştiriler, artık daha çok “sessiz notlar” halinde tutuluyor. Bu durum Özel’in elini daha da güçlendiriyor.

Sonuç: Yolun Başında Ama Doğru Yolda

Özgür Özel için hâlâ “liderliğe tam anlamıyla ulaştı” demek erken olabilir. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Artık o sadece genel başkan değil. CHP’nin içinden geçtiği zorlu süreçlerde inisiyatif alan, siyasi gündemi yönlendiren, kamuoyunda karşılığı olan bir figür haline geliyor.

Yol uzun. Ama Özgür Özel, o yolda artık yalnızca yürümüyor.Koşar adım ilerliyor.

 

**

Mevlüt Abinin Not Defteri

Başladı Geri Sayım, Ama Sahaya Kim Çıkacak?

Fikstür çekildi arkadaş! Ligler yaklaşıyor, forma kokusu burnuma kadar geldi. Tribünde bağırmayı, VAR’a söylenmeyi, “hocam penaltı” diye haykırmayı öyle özledik ki… Herkes “şampiyonluk, Avrupa, gol kralı” hayali kurarken ben tek bir sorunun peşindeyim:

Adanaspor, sahaya 11 kişi çıkarabilecek mi?

Bakın, bu işin şakası yok. Vallahi sokaktan 5 kişi toparlasak, gerisini demir korkulukların oradan seçsek yine de meçhul. Kimle oynayacağız? Malum, ne kamp var, ne teknik direktör, ne de “biz geldik” diyen bir topçu!

Hadi Adana Demirspor gençleri profesyonel yaptı, Bolivya’ya kampa yolladı. Vallahi helal olsun, altyapıdan alıp direkt Bolivya’ya… Benim mahalledeki gençler hâlâ sulama kanalına atlıyor, bizimkiler kampta.Adamlar gençlerle bir 11 kurar, çıkar oynar.Maç sonunda “çocuklar tecrübe kazandı” der geçeriz.

Adana Demirspor taraftarı olarak, Demirsporumuz gençleri kazanıyor diye iftihar ederiz.Hadi doğrusunu söyleyeyim; kendizimi öyle avuturuz.

Ama Adanaspor?

Yönetim hâlâ “çarşamba” diyor, “cuma açıklama” diyor, o da gelince “önümüzdeki hafta” diyor. Yeminle seçim vaatleri daha net bu kadar söyleyeyim.

Şimdi bakın, hazırlık kampı yok, teknik direktör hâlâ havada, topçular meçhul… Fikstür belli, lig yakında başlıyor.Maç günü sahaya çıkacak ama kimle?Müdür, muhasebeci, malzemeci mi oynayacak?

Hele bu gidişle Adanaspor kadrosu, “halı saha eksik iki kişi” mesajına dönecek.
“Kanka bizim stoperin işi çıktı, geliyon mu maça?”

Futbolun Adanası’na Bu Yakışır mı?

Biz ne maçlar gördük, ne deplasmanlar yaşadık.Bu şehirde futbol sevdası, kebap gibi közde pişmiş, Adana sıcağı gibi içten. Ama yönetim hâlâ vantilatör gibi: çok ses yapıyor, serinlik vermiyor.

Bak sevgili Adanaspor yönetimi, binlerce Adanlı bu kulübe gönül verdi. Formasını giydi, atkısını taktı, küme düşerken bile “seninleyiz” dedi.Ama siz artık elinizi taşın altına değil, doğrudan kadroya koymak zorundasınız.Yoksa yakında “Adanaspor’un kalecisi başkan, forveti malzemeci” haberlerini okumaya başlarız.

Son Söz: Haydi Sahaya, Ama Önce Takımı Kurun!

Sezon geliyor, şaka değil, lig başlıyor. Taraftar hazır, stat hazır, hava sıcak… Ama biz hâlâ 11 kişi bulma derdindeyiz. Vallahi bu gidişle ben kendimi ısındırmaya başlıyorum, ne olur ne olmaz…

Mevlüt Abi uyarır, sonra üzülmeyin!

**

Cumartesi Öyküleri

İnşaatın Altında

Ahmet, ilk betonu dökülen sabah oradaydı. Kimse fark etmedi gelişini.İnşaatın gürültüsüne karışan adımlar, kamyonun arkasından süzüldü, kalıp arkasında kayboldu.Onu getiren minibüs çoktan gözden kaybolmuştu bile.

Adı Ahmet değildi aslında.Pasaportta başka bir şey yazıyordu ama kimse sormadı.Zaten pasaportu da yoktu.Yalnızca sırt çantasının içinde, nemlenmiş bir çocuk fotoğrafı, birkaç kırık Arapça satır ve yıpranmış bir tespih vardı. Bir de, yanına sıkı sıkı sarılıp taşıdığı, eski bir kiremit parçası: yıkılmış evinden kalma tek hatırasıydı.

İlk gün sadece izledi. Kalıplar nasıl kuruluyor, beton nasıl dökülüyor, demir nasıl bağlanıyor… Dili yetmediğinde ellerini kullandı.Eller zaten dilden önce çalışmaya alışmıştı.Kimse “sen kimsin?” demedi.Omzuna bir çuval çimento verildi, aşağıdan yukarı taşıdı. Sonra demirleri verdi ellerine. Ustabaşı başını salladı. Artık o da “ustaydı.”

Geceleri kalıp aralarında yatıyordu.Karton kutuları yastık yapıyor, montunu battaniye niyetine çekiyordu üstüne.Kıştı. Rüzgâr betonun içinden geçerken ıslık çalıyordu.Ses değil, sanki sızlayan bir yalnızlıktı o.

Ama şikâyet etmedi.Çünkü burası sessizliğin bile bir lüks olduğu bir yerdi. Çünkü hayatta kalmak, ses çıkarmamaktan geçiyordu.

Diğer işçiler onu zamanla benimsedi.Konuşmasa da yüzüne bakınca bir şeyler anlaşılıyordu.Çünkü acı evrenseldi.Birinin gözlerine yeterince uzun bakarsan, hangi dilden konuştuğu fark etmez.

Ahmet çocukları seviyordu. Şantiyenin hemen yanında gecekonduların arasında top oynayan çocukları izlerken gülümsüyordu. Kendi oğlunu anımsıyordu belki.Yedi yaşındaydı, bir patlama sırasında kaybolmuştu.Cesedi hiç bulunamamıştı.

Her ayın sonunda aldığı zarfı hiç açmadan yolluyordu ülkesine.Orada hâlâ annesi yaşıyordu. Göçmenlik bazen yalnızca yeni bir yer değil, bir suçluluk duygusuydu: geride bıraktıklarına borçlandığın her gün için susarak çalışmak.

İnşaat yükseldikçe Ahmet’in yaşam alanı aşağıya kayıyordu. Artık kimse gece kalıp aralarında yatan bir adam olduğunu bilmiyordu. Yeni gelen ustalar sabah geldiğinde, inşaatı ilk onlardan önce bulduğu için şaşırıyordu.
“Sen erken gelmişsin yine usta.”
O sadece başını sallıyordu.

Bir gün bir iş kazası oldu.Vinçten düşen bir kalas, genç bir işçinin ayağını ezdi.Herkes paniklemişken, Ahmet ilk müdahaleyi yaptı.Bir çadır bezinden turnike yaptı, ayak bileğini sardı. Sakinliğine şaşırmışlardı.
“Sen daha önce böyle şeyler yaptın mı?”
Ahmet bir şey demedi.Oysa yıllar önce, kendi köyünde çok daha fazlasını yaşamıştı. Yardım gelmediğinde birinin eli olmak zorunda kalırsın. Sesin çıkmadığında, harekete geçersin.

Bir gece şantiye sessizliğe gömüldü.Güvenlik bile uyuyordu.Ahmet o gece ilk kez yüksek kata çıktı.Bitmemiş dairenin penceresinden şehre baktı.Uzaktan Adana’nın ışıkları göz kırpıyordu. Gözleri doldu.
“Ben bu şehri hiç tanımadan sevdim,” dedi kendi kendine.
“Çünkü bana nefes verdi.”

Tam o anda bir yıldız kaydı gökyüzünden. Dilek tutmadı. Dilek, pasaportla çalışan bir haktı artık.Oysa onun hakkı betonun altındaydı.

Birkaç gün sonra müfettişler geldi.Şantiye bir anda telaşla doldu.Kaçak çalıştırılanlar hemen uzaklaştırıldı.Ahmet, kalıp arkasında bir çuvalın içine saklandı.Saatlerce öylece yattı. Bir yandan korktu, bir yandan utandı.
“İnsan neden kendi varlığından korkar?”
Saklandığı çuvalın içinde, yavaşça ağladı.

O gün akşam şantiyede kimse konuşmadı. Ama bir işçi, gizlice battaniyesini getirdi, Ahmet’in yanına bıraktı.Küçük bir sessiz teşekkürdü bu. Onlar da onun orada olduğunu, bir parçamız olduğunu biliyordu.

İnşaat bitti. Binanın son katına cam balkonlar takıldı. Asansörler çalıştı. İnsanlar daireleri gezmeye başladı. O lüks dairelerin altında, kimsenin bilmediği bir emek, bir yalnızlık ve bir hayatta kalma savaşı gömülü kaldı.

Ahmet ise yoktu artık.

Kimse onun gittiğini fark etmedi.Ne bir isim, ne bir kayıt, ne bir teşekkür kaldı geriye. Ama bir gün bina çatladığında, biri demirlerin ne kadar sıkı bağlandığını söyledi.
“Kim yaptıysa işini sağlam yapmış.”

Belki de en sağlam kat, kimsenin görmediği kattı.
Ve en güçlü adam, görünmeden var olandı.

Bazı hayatlar tabelaya yazılmaz.Ama o tabelaları taşıyan direkler onlardır. Sessiz, derin ve betona karışmış…

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.