Nur topu gibi bir derdimiz daha oldu. Sanki yaşadığımız ekonomik sorunlar, adli olaylar, işsizlik, büyük fabrikaların
Adana’dan kaçması, kente yatırım yapılmaması ve her geçen gün daha yaşanılmaz bir şehre uyanmamız yetmiyormuş gibi şimdi de Avrupa’nın çöplüğü olduk.
Avrupa'dan en çok plastik atık ithal eden yani satın alan ülke Türkiye. Lütfen dikkat edin. Normalde üzerine para almamız gerekirken biz paramızla satın alıyoruz Avrupa’nın çöplerini. Her gün ülkemize yüzlerce kamyon dolusu plastik çöp giriyor. Peki, bilin bakalım bu çöpler en çok hangi ile gönderiliyor? Evet. Yanılmadınız. Adana’ya.
Aslında ticari anlamda baktığınızda plastik geri dönüşebilir bir malzemedir. Bu çöpler kontrollü bir şekilde imha edilip yeniden değerlendirilse şehre çok büyük ekonomik katkısı olacak ancak sorumlular üzerine düşen görevleri yerine getirmeyince sözüm ona geri dönüşüm için gönderilen plastik çöpler gelişigüzel bir şekilde şehrin değişik bölgelerine dökülüyor hatta büyük bir kısmı yakılıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Biz daha Sofulu Çöplüğü belasından kurtulamamışken bir de Avrupa’dan gelen çöplerle uğraşıyoruz. Neymiş efendim geri dönüşüm ile şehre para kazandıracaklarmış. Hadi be oradan!
Aslında bu yazdıklarım yeni değil ancak pandemi nedeniyle sağlık anlamında zaten büyük sorunlar yaşadığımız şu günlerde sağlığımızı daha da fazla tehdit ettiği için yazmak istedim bu konuyu.
Çünkü Türkiye’nin nem oranı en yüksek, en sıcak illerinden birisi Adana. Şehirde özellikle sıcak günlerde zaten nefes alamıyoruz. Üstelik şimdi birçoğumuz ikişer maske ile yüzümüzü kapatıyoruz. Bütün bunların üzerine bir de bu çöplüğün pisliği geldi.
Yazın tarlalarındaki anızları yakanlar evimizi isle dolduruyor ya hani. İşte bu çöplerin yakılması sonrası sadece is değil aynı zamanda zehirli duman da giriyor evlerimizden içeri.
Ak Parti Sözcüsü Ömer Çelik geçtiğimiz haftalarda Adana’da yaptığı açıklamada "Açık ve net bir şekilde söylüyorum, Adana'nın toprağını, Çukurova'nın toprağını, suyunu kirleten, çevresine dönük olarak yıllarca yok olmayacak bu atıkları çevreye kontrolsüz bir şekilde atanlarla en güçlü mücadeleyi vereceğiz" demişti.
CHP Adana Milletvekili Ayhan Barut da yaptığı paylaşımda “Avrupa'nın çöp deposu olmayacağız. Halk sağlığının tehlikeye atılmasına, çevremizin, tarım alanları ve su kaynaklarımızın katledilmesine geçit vermeyeceğiz” ifadelerini kullanmıştı.
Ömer Çelik de Ayhan Barut da bu şehrin sevdalısı iki önemli politikacı. Onların yaptığı açıklamalar elbette çok önemli. Kendilerinden beklentimiz bir an önce şehrimize her açıdan büyük bir zarar veren bu görüntülerin ortadan kaldırılması ve bu sorunun çözümü için ortak çaba göstermeleridir.
Çünkü durum her geçen gün daha vahim bir hal alıyor. Kanallardan artık su yerine pislik akıyor. Üstelik toksik zehirli gazlar ortaya çıkıyor. Kanserojen madde içeren bu kimyasallar nedeniyle çiftçilerin tarladaki mahsulleri de hayvancılık ile uğraşanların hayvanları da büyük zarar görüyor.
Güneydoğu ile Akdeniz’i hatta batıyı bağlayan en önemli kavşaklardan birisi Adana. Sadece insanlar için değil hayvanlar için de bir merkez. Cennet gibi lagünlerimiz özellikle kuşların barınma alanları olduğu gibi kuş yollarının da bir merkezi bu şehir.
Bazı vatandaşlar son dönemlerde insandan çok hayvan duyarı kastıkları için ben de yazıyı böyle bitireyim; İnsana acımıyorsanız hayvana acıyın efendiler. Sokaktaki canlar dediğiniz sadece kedi ve köpekler değil. Kuşlar da sokaktaki canlıdır ve bu çöplerin zehri sayesinde sayesinde insanlar gibi hayvanlar da ölecek.
BİR KÂBUS GÖRDÜM
Cumartesi günü bir rüya gördüm. Daha doğrusu rüya değil de tam bir kâbustu.
Şehrin şampiyonluğa oynayan takımı, yıllarca süren inşaatın ardından tamamlanan yeni stadyumda belki de şampiyonluğunu ilan edeceği bir maça çıkacaktı.
Ülke salgın bir hastalık nedeniyle adına tam kapanma dedikleri bir dönemdeydi. O yüzden müsabakayı sayılı kişi takip edebilecekti. Bunlar kısıtlamadan muaf olan ve karşılaşma ile ilgili görevleri olan kişiler ya da şehrin yöneticilerinden oluşmaktaydı.
Güzel bir havada bir gazeteci büyüğümle birlikte erken olur mu olmaz mı diye konuşarak maçtan yaklaşık 1 saat önce stadyumun önüne geldik. O da ne? Etraf ana baba günüydü.
Rüya bu ya; Yaklaşık 10 kilometrelik yolculuğumuz boyunca güvenlik güçlerinin iki kez çevirme yapmasına rağmen binlerce insan stadyumun önüne toplanabilmişti.
Allah’tan biz gazeteciydik ve bizim için ayrılan başka bir alan vardı. Biz de oraya geçmek istedik fakat ikinci bir şoku daha yaşadık. Görevliler o girişi kapatmışlardı. "Olabilir" dedik geçtik diğer girişe. 1 kilometre bile olmayan alanı yaklaşık 15 dakikada gittikten sonra bir de gördük ki, o kapı da kapalı.
Güvenlik güçlerine derdimizi anlatmaya çalışıyoruz ancak 'Nuh' diyorlar da 'Peygamber' demiyorlar. Stadyumun otoparkı bomboş olmasına rağmen dolu diyerek bizi içeri almıyorlar. Yanımdaki abi indi ben de araca bir yer bulmaya gittim. Allah bana yardım etti, arkadan dolaşıp kıyıdan köşeden bir yer bulup stada girdim.
Rüya bu ya diğer tarafta yaşananlar da bana ayan oldu. Birisi gazeteciler cemiyet başkanı, birisi spor yazarları dernek başkanı olmak üzere aralarında gazete sahipleri, yayın yönetmenleri ve çalışanlar olmak üzere onlarca gazeteci içeriye girmek için güvenlik güçleriyle tartışıyordu.
Olacak iş değil ama oradaki insanların çocuğu yaşındaki bir memur çocuğunu azarlar gibi bağırıyordu gazetecilere ergenliğinin verdiği heyecanla.
Birisi de emrin büyük yerden olduğunu söylüyordu. Gazeteciler de dâhil hiç kimse stada alınmayacakmış.
Kavga, dövüş, bağırış, çağırışın ardından basın tribünü girişine kadar ulaştı meslektaşlarımız. En büyük şoku da orada yaşadılar zaten. Dünyada o güne kadar belki de ilk kez Adana’da yaşanan bir olaya şahitlik ettiler. Basın kapısına kilit vurulmuştu. 'Akredite' olan gazetecilerden başka kimsenin turnikelerinden geçemeyeceği basın girişinin kapısına kilit vurulmuştu. Bir tantana da orada çıktı.
Bu olayların yaşandığı sırada bütün güvenliğin başındaki sorumlu kişi yüzlerini tam seçemediğim birilerinin önünde ceketinin düğmesini iliklemekle meşguldü.
O kişiden de sorumlu kişinin ise belki bunların hiç birinden haberi yoktu. O kadar hâkimdi sorumluluğu altındaki şehirde, burnunun dibinde yaşanan olaylara.
"Bu şehirde böyle olaylar sonrasında sorumlular bu sorumsuzlukları nedeniyle taltif edilir" diyordu olayları gören birisi bana. Ben de; "Peki, başka şehirde olsaydı?" diye sordum."İşte o zaman aforoz edilir. İlk fırsatta da ardına teneke bağlanarak gönderilirdi o şehirden" dedi adam tekrar. Aksakallı da değildi ama bilge birine benziyordu.
İçim daralır, ruhum sıkılırken, gazeteciler büyük bir özveriyle işlerini yerine getirilmek için çaba göstermeye devam ederken kan ter içinde uyandım.
Havalar biraz ısındı ya. O yüzden üzerime bir şey almamış olacağım ki böyle bir kâbus gördüm.
Allah’tan rüyaydı işte. Ya gerçek olsaydı?