Her af düşüncesi, organize bir şekilde geleceğimizi yok etmeye kalkışmaktır. Toplum olarak büyük bir istekle, geleceğimizi karartmaya devam ediyoruz.
Her popülist iktidarın yapmak istediği, elinden geldiğince çıkarmaya gayret gösterdiği, “imar afları, vergi afları” hukuksuzluğun ve kuralsızsızlığın devlet eliyle topluma yayılmasından başka birşey değildir. Dürüst olmanın, kurallara uymanın aptallık olduğunun biliçaltı olarak topluma kabul ettirmektir.
Medeni toplumlar kurallar ve teamüllerle, hayatı dizayn ederken, geri kalmış toplumlar ise, rüşvet, af ve kuralsızlıklar üzerinden, kaotik bir hayat planı yapar. Yönetmede ki beceriksizliğini, toplumu buna ortak ederek, gizler.
Kaos, farkında olmadan, hayatın her alanına etki eder, yaşam kalitemizin kötüleşmesine birinci dereceden etki eder.
***
Yönetememe hali, beceriksizliği, popülizmin başlangıcını oluşturur. Halk dalkavukluğu, halkçılık olarak sunulur bize. Çocuğa her istediğinde şeker almak gibi, plansızlıkla baş edemediğinizde, görmezden gelmek toplumu yönetmek olamaz.
Geri kalmış toplumlar da aflar, yaşamın doğal bir hali olarak görülür, kader gibi, tabu gibi toplumlar sessiz bir şekilde buna uyarlar.
Yetenek, liderlik, yöneticilik burada başlar, burada biter. Her defasında su yatağını bulur misali, iktidar hatalarını aflarla düzelttiğini sanır ama aslında düzelttiği bir şey yoktur. Kaosu toplumun değişmez kaderi yapar, günü kurtarır, geleceği kaybeder.
İnsan doğası gereği, bencildir, çıkarcıdır, kuralsızdır. Bunları yapmayı başarı sayar, kar sayar. Yaşam, hayatta kalma beceriniz üzerinden şekillenir. Milyonlarca insanla beraber organize şekilde yaşamanın güvenliğimiz açısından ne derece önemli olduğunu biliriz ama ortak yaşam alanlarına sahiplenmemeyi de uyanıklık olarak görürüz.
Hep bir adım önde olmayı, bizi daha güçlü kılacağını düşünürüz. Evimizi temizleriz, sokağı kirletiriz, evde çocuğa dürüstlük aşılarız, gerçek yaşamda ise “hayatta kal, nasıl kalırsan kal” mottosunu veririz. Hep en yakın kan bağı üzerinden ortaklaşmayı düşünürüz.
Orda bir köy var uzakta, gitmezsek o köy bizim olmuyor. Değmediğimizi, temas etmediğimizi “biz”den saymıyoruz.
Çıkarılan her af, “biz” duygusunu öldürmekten öte birşey değil. Fırat kenarında ki “kuzu”, benimse dertlenip, birilerinin ise, ıslıkla dertlenmek gibi.
Toplum dediğimiz de, tam da “biz”lerden oluşursa anlamlıdır. Yoksa bir güruh, bir sürüden başka ne olabilir ki.
Toplum mu olmaya çalışıyoruz yoksa var olmaya mı? Var olmakla toplum olmanın, biz olmanın ortaklığını çözebilirsek, sanıyorum “af” denilen sosyal ucubenin, toplumu yok eden bir virüs olduğunu anlarız.
Bu virüs, devamlı şekil değiştirme yeteneğine sahip ayrıca. Bazen imar oluyor, bazen vergi, bazen yolsuzluk, bazen ahlak. Çoklu organ yetmezliği, çoklu çürüme bilelim ki, bizi uzun yaşatmaz.