İnsanlığın, binlerce yıllık gelişim sürecinde, yaşadığımız yüzyılda en az tarım toplumuna geçiş kadar önemli bir kırılmaya tanık oldu, dijitalleşme, yapay zeka, bilişim. Dijitalleşmenin hayatımıza girmesiyle beraber dünyada ki bütün paradigmalar, bütün klişeler, olgular, sosyal yaşam, kültür her şeyimiz değişti. Globalleşme ile tanıştk, yerelliğin yok edildiği, ulus devlet yapıların yok edilmeye çalışıldığı, devletlerin yerini şirketlerin almaya çok farklı bir zaman dilimine hızlıca girdik. Siyaset yeniden yazıldı, yerel kültürler, gelenekler erozyona uğradı, spor, sanat her şey başkalaştı.
Geçen yüz yılın başlarında, Amerika’nın yaşadığı “Büyük Buhran” ekonomik krizinde, siyasal ve ekonomik paradigmalar nasıl değiştiyse, globalleşme ve dijitaleşmenin, toplumların hayatına girmesiyle, siyaset ve yaşamla ilgili bütün bildiklerimiz yerle bir oldu. Artık tamamen alışık olmadığımız kavramlar, algılar, olgular üzerinden şekilleniyor hayatımız. Bilişimde ki hızlı değişimi, araçların elektrikli-otonom olmasını, şimdilik çok hissedebildiğimizi düşünmüyorum ama Facebook ve sosyal medya, akıllı telefonlar öyle mi? Sosyal medya diye bir kavramı, ne çabuk benimsedik, daha basın kavramından medya kavramına evrimimizi tamamlamamışken. Tbirimizin aklına, zekasına oplumsal iletişimimizi, yakın temas durumundan, bir ekranın arkasına taşıdığımızı gerçekte ne kadar anladık. Hepimizi elimizde ki bir cep telefonu ile, büyük bilinmez bir santrale bağladıklarını kaçımız hissetti. Serum şişesine bağlı bir hasta gibi, her birimizin aklına, kültürüne, cinsiyetine, ırkına göre, beklentisine göre özel bilgiler, eğlenceler yaratıp, bizi mutlu etmeyi başardılar. Cep telefonları artık, uyuşturucu kadar bağımlılık yaptı. Uyuşturucu gibi de bizi taleplere göre şekillendirdi. Düşünme, anlama yetimizi köreltip, büyük bir sürünün parçası yapıldık.
İyi Parti kurcusu, Millet İttifakının İstanbul’da ki yerel seçimler reklam stratejisti Taylan Yıldız, yaptığı bir söyleşide, 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde, kurumsal olarak geleneksel tarz medyayla kesinlikle reklam çalışması yapmadıklarını, bütün stratejilerini, tamamen sosyal medya üzerine kurduklarını belirtti. Siyasi reklam, propaganda, basın açıklamalarını, haberlerini. Buraya kadar dahi olsa değişim hissedilir olmuş hayatımızda, fark ettik mi? Burada asıl kritik bir soruya nedense cevap vermedi, vermek istemedi. Soru “düzenlediğiniz bu sosyal medya kampanyalarını nasıl planladınız, hangi kriterleri esas aldınız, stratejiniz neydi?” Google’da önce ki yıllarda, “dahi çocuk” nitelendirmesiyle, özenle seçilmiş, yetiştirilmiş birinin, Türkiye’de yeni kurulan bir partiye “vatan aşkından” gelmiş olması, beni düşündürdü. Oysa biz şöyle düşünürüz, Google’ın tercih ettiği, bünyesine alıp sorumluk verdiği ve karşılığında bu beklentilere uygun, globalleşmenin savunucusu, bu çalışma idealinde olan bir genç, nasıl tekrar yerelliğe döner. Mesleki kariyerini tamamlamadan, hayallerinden nasıl vazgeçer? Hadi diyelim dönmek istediniz, vatan aşkınız ağır bastı, neden siyaset gibi sığ bir alan, neden reklam pazarlamada ulaştığı tecrübeleri, büyük holdinlere pazarlamayıp, kamusal bir alan olan siyaset? Garip mi, bence garip. Böyle kariyerler asla ve asla siyaset gibi “çok laf, az iş” olan bir yerde bulunamaz, olsa olsa aklıma Özallar, Dervişler, Çillerler gelir. Özal’ın ABD’den getirtiği “prensler” gelir. İyi yetiştirilmiş, özel adamlar. Ülke çıkarından çok, uluslararası dünyanın isteklerine uygun çalışan “özel statülü”elemanlar. Burası Türkiye, Güneş doğudan doğsa da, kurtarıcılamaz nedense hep batıdan.
İşin şeytanlığı biraz daha deşelim mi. Geçmişe gidelim Trump’ın seçim kampanyalarını hatırlayalım. Trump’a verilen sosyal medyada Rusya desteğinden, Facebook üzerinden oluşturulan algı planlamasına kadar. Seçmen tercihlerinin manipüle edilip, Trump’a seçim kazandırıldığı, artık alenen dünyada konuşulan bir gerçek. Facebook’un bu konuda, suçlanıp, patronu Mark Zuckerberg’in özür dilediği ortada.
Cambrighde Analityca isimli şirketin, Facebook kullanılıcı bilgileri üzerinden oluşturduğu ”algı yönetimi” algoritmalarını hatırlayın. Cambridge Analytica’nın sosyal medyada “300 beğeni ile, sizi sizden daha iyi tanırız” demesini hatırlayın. Sizi sizden daha iyi tanıyan Google’ı nasıl unuturuz. Tatil dediğimizde önümüze döktüğü seyahat acenteleri reklamlarını hatırlayın, araba dediğinizde, gözünüzün önüne serilen araba reklemlarını hatırlayın. Telefonlarda ki açık mikrofonla konuşmalarınızı dinliyor, fotoğraf galerinizden nerlere gidip, nelerle uğraştığınızdan haberdar, konum bilgilerinizden, anbean sizi takit edip, bir ajan gibi bilgilerinizi topluyor. Kısaca birileri bizi gözetliyor, gözetlediği gibi, kulağımıza sesizce de, ne yapmamızı fısıldıyor, hangi arabayı almamızı, hangi yemeği yememizi, tatile nereye gitmemiz gerektiğini ve asıl konumuz olan hangi partiye “oy” vermemiz gerektiğini,sessizce bize fılıdıyor. İşin özeti bu.
Yakın geçmişte, hepimizin bildiği daha sonra televizyonlarda yasaklanan “gizli reklam” uygulamasını hatırlayın. 25.kare dediğimiz,gözün fark edip, beynin yok saydığı ama etkisinde kaldığı yasaklı 25.kare!! Algı yönetimi artık toplumlar için bir güvenlik sorunu oluşturmaya başlamıştır. “Post-truth” yani, gerçeğin önemini yitirdiği, yalanın gerçek kabul edildiği bir dünya da, her gün bize “elma şekerli” yalanlar bir güzel yedirilmekte. Her gün onlarca, binlerce sahte haber, görüntü, paylaşım yayılmakta, internet denizine dökülmekte. Sizin yaşınıza, cinsiyetinize, coğrafyanıza, siyasi görüşünüze, kültürünüze uygun, sizin iradeniz dışında, istenilen eylemi yapma dürtünüzü harekete geçiriyorlar. İsterlerse sizi aç bırakacak, isterlerse sizi evden çıkarmayacak kadar hükmedebiliyorlar artık. Bildiğiniz, gerçek sandığınız şeyler, uzun zamandır gerçek değil maalesef.