Siyaset kurumu doğası itibarıyla her zaman tehdit altındadır. Kimi zaman haksızlığa dur dediği için, kimi zaman da haksızlıklara sebep olup canlar yaktığından.
Aldığınız, uyguladığınız her hangi bir karar toplumun bir kısmını mutlu etmeye yetse de geri kalanlarda bir memnuniyetsizlik yaratması kaçınılmaz. Pancar üretimine yasak getirdiğinizde, pancar eken mutsuz olur ama tüccar mutlu mutlu ellerini ovuşturur.
Sigarada, içkide vergiyi artırınca mesela sadece iktidar mutlu olur, milyonlarca vatandaş kaşlarını çatar. Siz eğer 90’ların Eskişehir’ini bilseniz benim gibi ve bugün tekrar gitseniz aynen benim gibi hayretler içinde kalacaksınızdır.
Çünkü Eskişehir, Anadolu’da çoğu kente nasip olmayan yetenekli ve üretken bir belediye başkanına sahip. Bu arada bu başarılı belediye her ne kadar “kömünist” namıyla anılmasa da “sol” bir belediyedir.
Hani şu birinin dediği gibi “bunların daha bir dikili ağacı yok” diyerek solu küçümsediği insanların belediyesidir burası.
Eskişehir eskiden kapkara kışları olan, hava kirliliğinin zirve yaptığı, yolunuz düşşe aynı gün kaçmayı düşüneceğiz derece iç karartan Orta Anadolu’nun sıradan ve sıkıcı bir kentiydi. Ama şimdi, bir Batı Avrupa kentinden çok daha cezbedici, çok daha büyüleyici bir halde.
Şehrin ortasından geçen Porsuk Nehri’yle, müzeleriyle, parklarıyla, yollarıyla, toplu taşıma çözümleriyle, onarılan eski binalarıyla, insan odaklı hizmetleriyle belediyeciliğin “zirvesidir” Türkiye’de. Her benim diyen belediye başkanının, mutlaka 1 kez gitmesi gerektiğine inandığım kenttir. Bütün Türkiye hem fikir Yılmaz Büyükerşen’in yetenekleri ve başarıları konusunda, yağmur da yağsa fırtına da çıksa sırları dökülmeyecek kadar sahici bir kent yaratmıştır.
Büyükerşen’de “sevilen, sayılan, kendisine inanılan” bir başkanın özgüvenin de ki “korumasız” geziyor.
“Ben dürüstüm, harama hiç el uzatmadım, devletin malını birilerine peşkeş çekmedim, ben sadece halkım için çalışıyorum, birilerini zengin mi ettim ki korkayım” der gibi, “sade bir vatandaş” gibi geziyor Eskişehir sokaklarında her zaman.
Yıllar önce Erdal İnönü’den biliriz, sadeliğin, dürüstlüğün, zekanın, üretkenliğin insana nasıl bir özgüven, asalet verdiğini. Şimdi aynı ekolun son temsilcisidir Büyükerşen.
Bu kadar başarılı bir belediye başkanına kim saldırır peki? Olayın oluşu, ve ilk izlenimlerine bakılırsa olay sıradan bir adli vaka. Rant değil, imar değil zira böyle olsa belediye binaları kurşunlanır, silahlar çekilir, tetikçiler tutulur, meclis üyelerinin adları karışır da karışır, falan filan. Hani bu işler hep böyle olmuştur. Mafya desek, mafya yumruktan ziyade mesajını ayağa veya topuğa sıkarak verir ve nihayetin de mesaj kurşunladır. Siyasi alanda çokça tanık olmuşluğumuz vardır bu tip olaylara.
Ama burada olay sadece talihsizliktir, tekildir. Olayda kişisel ihtiras ve medeniyet dediğimiz insanlığın ortak yaşam kültürüne adapte olamamış, ülkemizin her yanında alıştırıldığımız “belediyelerde her iş halledilir” mantığına ters bir başkanın hak, hukuk ve adalet anlayışında ki yönetimini hazmedemeyen, kuralsızlığa alıştırılmış esnafın şaşırmışlığının, zorbalığa dönmüşlüğü vardır.
Her gün “siyaset kurumunun” şımarttığı hadsizliğin, kabalığın, cahilliğin Büyükerşen’e hak etmediği şekilde yansımasıdır. Ajanslara Büyükerşen’e saldırı olayı ilk düşünce aklımıza gelen sadece “nasıl yaparlar başkana böyle bir saldırıyı” diye düşünmemiz.
Belediye başkanı olarak hep örnek olmuş Büyükerşen, bu olayda da kendisine inanan insanları yanıltmadı. Saldırıyı kınasak da, bu yumruk dürüst belediyeciliğin ödülü sayılmalı bence Büyükerşen adına.
Başarılı belediyecilik, sahte ödüllerle tescillenmez, halkının, kentinin menfaatlerini korurken bu yumruklarla tescillenir. Kurşunlanmayan başkanlar nasip etsin hepimize Tanrı, hayırlı günler....