Tunceli’de görev yapan iki jandarma uzman çavuşumuz, operasyon bölgesinde donarak yaşamlarını kaybettiler. Haber böyle düştü ülke gündemine.
Bir an duraksıyorsunuz, şaşkınlıkla olayı anlamaya çalışıyorsunuz, “donarak” derken ?
Yıl 2018, yer Tunceli-Türkiye, sınır ötesi falan değil, bilinmez bir coğrafya, bilinmez iklim koşulları, tahmin edilemez koşullar yok, herşey aslında olağan, herşey sıradan ama yaşananlar sıradışı.
Olayın içeriğini merak ediyorsunuz. Tatmin edici açıklama yok, klasik bir açıklama, şüpheleriniz dağılmıyor. Yollarını mı kaybettiler, yoksa bir pusuya düşerek mi oldu bütün bunlar?
****
Yakın zamanda 2018 nisan ayı, hala hepimizin hatırasında taze duran bir olay var. Akp İzmir mitingi, platformda Recep Tayyip Erdoğan ve İbrahim Tatlıses var. İbrahim tatlıses, yıllar öncesine gidip bir anısını anlatıyor.
Tatlıses, "İdo 2 aylık olmuştu, Erdoğan o zaman belediye başkanıydı. 'Başkanım bizim evimizin oraya doğalgaz gelmedi, İdo üşüyor' dedim. Kapattı, 10 dakika sonra döndü 'yokmuş ama, ama ben kendimden vereceğim' dedi, 2 ay sonra doğalgaz bağlandı ve İdo üşümekten kurtuldu"
2 askerin donduğu haberini duyunca, aklıma ilk bu olay geldi. Özal’ın ben “zengini severim” deyişi, “fakir niye fakir biliyor musunuz, çalmayı bilmediğinden” sözü, babası askerde olan Ayaz bebeğin Konya’da soğuktan donarak ölmesi geldi.
Soğukla ihtihanımız nedense, insanlık testi gibi. Güçlünün hayatta kaldığı, fakirin, güçsüzün daha büyük acılar çektiği süreçler.
****
Fırat’ın kenarında ki kuzu edebiyatından gelinen iktidarla birlikte, gerçekte yaşananlar Tunceli’de, Konya’da ve daha bir çok olayda tanık olduğumuz gerçekler, bunun tam tersi.
İstanbul’un göbeğinde doğalgaz bağlanamadı diye İdo’ya bir şey olmaz ama Tunceli dağlarında ki askerlerin durumu bir hassasiyetlik içermektedir. Dikkat etmemiz, özen göstermemiz gereken konu budur. Enerjimizi, askeri aklımızı, devlet bilincimizi odaklamamız gerken yerler buralardır. Devlet politikaları bu alanlarda gereklidir.
Komşularla, sıfır sorun anlayışıyla başlayıp, “sıfır komşu” noktasına getirdiğimiz dış politikamız açısından güvenlik anlayışımızın, var olandan daha üst seviyede olmasına, bir özen gerektirir. Paradigmalarımızı değiştirdiğimizde, askeri varlığımızı da daha aktif ve teknoloji olarak en ileri seviyeye geçirmemiz gerektiğini bilmeliyiz. Ülke için hayati olan, askerimizin moral anlayışı ve harekat kabiliyetinin en üst düzeyde tutabilmektir. Çevrenizde dost ülke olmadığında, yapmanız gerkenler bellidir.
2002’den beri yaşadıklarımız, dünyanın 4. Büyük ordusu açısından hiç de iç açıcı değil. Türk ordusu üzerinde kara bulutlar epey zamandır hızla dönmektedir. İktidar hem iç hem dış siyasette var olma savaşında uzun zamandır, günlük manevralarla kurtulmaya çalışmakta, ama her defasında daha büyük kumpasların odağında kalmaya mahkum durmaktadır. Basiret dediğimiz yetenekleri epeydir bağlanmış gözükmektedir.
İktidar açısından, acilen yapılması gerekenler, ülkeyi içine düşürdükleri bu gerilimden kurtarmaktır. Ülke çabucak normalleştirilmeli, siyasal gerilim düşürülmeli, birikmiş sorunlar, halı altına süpürülmüş, çözümü geciktirilmiş sorunların artık daha artmasına, kronikleşmesine izin verilmemeli. İleri gittiğimizi sandığımız, pembe hayaller kurduğumuz, ekonomi alanında gerçekler bir anda nasıl yerle yeksan oldu, doların fırlamasıyla nasıl bir anda güneşli günler kara bulutlara yerini bıraktıysa, dış politikada da böyle bir foya dökülmesine tanıklık edebiliriz. Ekonomik krizi, dış borç, kredi yoluyla çözmeye çalışabilirseniz ama, dış politikayı, askeri zorlukları nasıl aşabilirsiniz? Dış kuvvetler eliyle mi ?
Adım adım sorunlar daha da büyüyor. Her geçen zaman artık açıkça belli oluyor ki, aleyhimize işliyor.
Donarak yaşamını yitiren askerler, en güçlü olduğumuzu sandığımız “askeri alanda” aslında ne kadar da korkunç bir durumda olduğumuzu yüzümüze açıkça vurmaktadır. Sırlarımız dökülmeden, teker kırılmadan acil çözüm, acilen bir farkındalık gerekmektedir.