On yılı aşkın süredir, “sığınmacı” sözcüğüyle tanımlanan yurdumuzdaki yabancıların “durumuna ilişkin” kararlı bir söz duymuyoruz! “İktidar” olsun, “muhalefet” olsun zaman içerisinde davulun “her iki” yüzüne de kullanmayı yeğliyor! “Gidecek mi/ kalacak mı” sorusuna “net” bir yanıt verilmiyor! Bu olgu da toplumda bir yandan ayrışmaya, bir yandan “bu yurdun yurttaşlarını” hiçe saymaya, bir yandan da bu yurdun yurttaşını yoksullaşmaya/ işsizleşmeye dek götürüyor!
Şunu belirtmekte yarar var: kendi yurtlarında yaşam kaygıları olanlara kapı açmanın, süreli olarak onları doyurmanın, ancak zamanı geldiğinde de diplomatik görüşmeler yapılacak geri gönderilmeleri “gereken” olmasına karşın; kendi ülkesinde savaşacak güçte olan, ülkesinde ne gibi olaylara karıştığı bilinmeyen terörist yapılı gençlerin yurdumuzun “yıldızı parlak” kentlerinde, bu yurdun insanından daha rahat yaşamını sürdürmesi, üstelik kimi zaman “maganda” tavırlar sergilemesi, bir de bayramlarda yurtlarına gitmek için çaba harcamaları/ dinlence bitimiyle birlikte geri dönmeleri her şeyden önce bu yurdun “her tür” yazgısının içinde yer alan insanlarına “büyük” ayıp!
***
Türkiye’de yaşayan insanları “bir şeyle” sınamak mı istiyorlar bilmiyorum! “Anadolu insanının kapısını çal, karnını doyurursun” derler; herkes bilir! Evet, Anadolu insanı yabancıyı, garibi, yolcuyu “boş” geçirmez, yatırır/ doyurur/ kollar!
Geçmişte Binalı Yıldırım’ın "Türkiye, AB'nin güvenliğini sağlayan bir ülkedir. Türkiye olmazsa mülteciler Avrupa'yı istila eder ve büyük bir sorunla karşılaşılır" sözleri konuşuldu. Şimdi Ticaret Bakanı Ömer Bolat: "Ciddi bir elemansızlık problemi var, örneğin bugün 25 bin Afgan çoban gitse tarım, hayvancılık kalmaz" dediği, yine “iktidara” yakınlığı ile bilinen Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal’ın “Suriyeliler uyumsuz, öyle mi? Hadi ya? Sen uyumlu musun? Sokağa tüküren sen değil misin? Vallahi bu ülkede seninle yaşamaktansa, 5 değil 50 milyon Suriyeli ile yaşamayı tercih ederim. Eğer biri gidecekse sen git” sözleri dillendiriliyor!
***
Bunlar, bu yurdun yurttaşının diline dolayacağı/ zaman zaman yineleyeceği “hoş” gelişmeler değil! Türkiye ne Avrupa’nın korunmasından sorumlu, ne bu yurdun insanı yüzyıllardır yaptığı tarımda/ hayvancılıkta sığınmacılara el açar durumda, ne de bu yurdu terk etmek gibi bir eylem içinde… Bu topraklar, bu yurt, bu iklim, bu coğrafya için kan döken atalarının Kurtuluş savaşı vererek kazandığı bu yurdu kendi ülkelerinde “savaşmaktan kaçanlara” bırakmak gibi “aptalca” bir amacı da yok!
“İktidarı/ muhalefeti” iyi bilmeliler ki; bu yurdun topraklarını “koruyucu” davranış içinde olmayanları halk da “korumaz/ omzunda taşımaz/ sözünü dinlemez”! “İktidarın” sıkça, “kırk milyar dolar harcadık, daha çoğunu da harcarız” sözlerini anımsamayan yok! Harcanan dolarlar kimin parası; asgari ücretlinin mi, emeklinin mi, dargelirlinin mi, destekleme alamayan çiftçinin mi, temel besin ürünlerini fahiş fiyatla tüketmek zorunda kalan yurttaşın mı, kiraya yetişemeyen emekçinin mi, çocuğuna beslenme çantası hazırlayamayan velinin mi, açlık sınırı altında geçinmeye zorlanan halkın mı?
Evet, sığınmacıların konukluk süreci çoktan bitmiştir! Diplomatik görüşmelerin yapılmasının, bayramlarda günlerce kaldıkları/ kendilerini güvende bulacakları yurtlarına dönmelerinin zamanı gelmiştir! Şu “tarım, hayvancılık biter” diye yırtınanların da artık bu yurdun insanlarına güvenmelerinin, yabancı seviciliğine son vermelerinin zamanı gelmiştir! Şunu da eklemekte yarar var: sığınmacılar giderse hayvancılık da, tarım da daha iyi olur, unutmayın!