İnsan yaşamında çalışmanın, çabanın, uğraşın yeri olduğunca; eğlenmenin, dinlenmenin, söyleşmenin de büyük ‘önemi’ vardır.
Sabahın ilk saatlerinden, gecenin yarıların dek ‘yaşam çabası’ vermek de vardır; güneşin yarıladığı gün ortalarına değin ‘yan gelip’ yatmak da…
Balkona çıkıp içkini yudumlama da…
Deniz kıyısında şemsiye altında kitap okumak da… Şakalaşmak da, gülüşmek de, kahkaha atmak da… Birinden birini ‘yok sayarak’, ‘önemsiz kılarak’, ‘gerek görmeyerek’ yapılan şey ‘yaşam’ olamaz!
Çalışmanın ‘ciddiye’ alındığı gibi, eğlenmenin de ‘ciddiyeti’ unutulmamalı…
Tutsağı olmama koşuluyla…
***
Dün, insanın yaşamını sürdürmesinde ‘ekonomisinin’ gerekliliğine değinmiş, yazıyı şöyle bitirmiştim: “Önce insana aşını kazanabilmesi için ‘insanca’ çalışabileceği bir iş, gereksinmelerinin altında ‘ezdirmeyecek’ bir maaş…”
Bu konunun çözümüne katkı yapılması gerektiğini vurgulamış; ‘nelerin’ konuşulması gerektiğini sorgularken, ‘neleri’ konuştuğumuzu örneklerle açıklamıştım!
Gerçekten konuştuğumuz ‘neler’?
Ajans Pres Medya Takip Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre, cep telefonu ile konuşmada Avrupa’da lider olmuşuz! Aylık ikiyüz yirmiyedi dakika ortalama konuşma süresi olan Avrupa’nın neredeyse iki katı; sözümona, dörtyüzotuzaltı dakika konuşuluyormuş ülkemizde…
Bir şeylerde ‘lider’ olmak olsun da, ‘nerede’ olursa-olsun mantığını savunanlar olacak elbette; işin ‘tutsağı’ olma, ‘konuşmadan’ kopamama, ‘onsuz’ yaşamı yok sayma, ‘şarjı bitmiş telefonu’ tsunami etkisinde görme! Hadi ‘ne’ konuşulduğunu bir yana bırakalım…
Saatini değil, saatlerini telefon ile internetin buluştuğu ‘sanal ortama’ kilitleyenlerin; ‘sanal dostlukları’, ‘sanal söyleşmeleri’, ‘sanal konuşmaları’ ne denli ‘ciddiye’ aldıkları, yaşamlarının içinde ne denli yer bulacağı önemli değil mi?
***
Dost şair Duran Aydın, bir buluşmamızda internet üzerinde yayın yapan siteleri, dergileri, kitapları yorumlarken; yayında duran bir kitabı eline alarak ‘şu sesi duyuyor musun, şu saman kokusunu, mürekkep kokusunu, bunu işleyen ellerin kokusunu, içine işlemiş ter kokusunu’ diye sormuştu. Yaklaşımını önemsemiştim…
Cep telefonuyla yapılan konuşmaların, söyleşilerin, sanallığın ‘sesi, teri, etkisi’ içerisinde ‘dokunmak’ diye bir şey yok!
Dokunduğunun ısısını almak, Kokusunu almak, Soluk sesiyle buluşmak, diye bir şey yok! Oysa Avrupa’da lideriz!
***
Yaşamın içinde yok yok! Acı var, umut var, kavga var, ağır var, ayrılık var, doğuş var, sevgi var, nefret var, aşk var…
Yaşamda her şey var! Yaşamdaki ‘teknolojiyi’ kullanmak kadar, o ‘teknolojinin’ tutsağı olmamak da önemli! İnsandan, özgürlükten, gereksinmeden, ekonomiden söz ediyoruz; aş diyoruz, iş diyoruz…
Çünkü yaşam bunlarsız değil! Yaşam ‘ciddiyetsiz’ değil…
Nazım’ın dizelerinde dediği gibi: ‘yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.’