Demokrat Parti on beşinci gelen kurulunu yaptı, beklendiği gibi Gültekin Uysal tek aday olarak girdiği kongreden yeniden genel başkan olarak çıktı.
İl yönetimlerinin ve delegelerin Uysal’ın devam etmesinden yana olduğu biliniyordu.
Gönlünde genel başkanlık aslanı yatan bazı kişiler bu gerçeği gördükleri için kongrede genel başkan adayı olmadılar..
Sadece İlay Aksoy denedi ama o da gerekli imzayı toplayamadığı için hedefine ulaşamadı..
Gültekin Uysal’ın gerek kongrenin başlangıcında, gerek kongreden sonra yaptığı açıklama, Demokrat Parti’nin bundan sonra siyasette nerede duracağını net biçimde gösteriyordu..
Uysal’ın kongredeki en önemli açıklaması, Demokrat Parti’nin önümüzdeki ilk seçime kendi adı ve logosuyla katılacağını açıklaması oldu..
Doğru bir karar ancak, merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in dediği gibi, bir saatin bile çok öneli olduğu siyasete birkaç yıl çok uzun bir zaman..
O zamana ne kararlar sığar, ne kararlar değişebilir..
Koşullara göre siyasal partiler kararlarının sürekli gözden geçirebilirler..
Hele hele, yüzde elli biri gerektiren bizim sistemimizde, seçimlere yakın siyasal bileşenler oluşturulması, ittifak çatısı altında seçimlere girilmesi kaçınılmazdır..
Ancak, Demokrat Parti’nin şimdiden seçimlere kendi adı ve logosuyla girecek biçimde hazırlanması çok önemli. DP’yi başarıya taşıyacaktır..
Genel Kurulun Demokrat Parti ve Türk siyasetine hayırlı olmasını diliyorum.
**
Son Sümer Kraliçesine veda
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, sonsuzluğa kanat çırptı..
Yaşamının Sümerleri (Kenger) ve Sümer uygarlığını tanıtmaya adayan son Sümer Kraliçesi Çığ hoca 17 Kasım’da yüz on yaşında uçmağa vardı.
Türkiye’nin bilim insanı yetiştirme merkezi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji Bölümünün bitiren Muazzez İlmiye Çığ sadece Hititler değil Sümerler ve Asurlar konusunda da uzmandı.
İkinci Dünya Savaşı'nı Türkiye'de profesör olarak geçiren, Hitler dönemi Alman-Yahudi mültecileri Hans Gustav Güterbock ve Benno Landsberger gibi dönemin en önemli Hitit kültürü ve tarihi uzmanlarından ders almıştı.
1940'ta diplomasını aldıktan sonra, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ni oluşturan üç kurumdan biri olan Antik Şark Eserleri Müzesi'nde on yıl sürecek kariyerine, kurumun arşivlerinde tercüme edilmeden ve tasnif edilmeden saklanan binlerce çivi yazılı tablet alanında uzman olarak başladı. Meslektaşları Hatice Kızılyay ve F. R. Kraus ile birlikte, müzenin deposunda bulunan Sümer, Akad ve Hitit dillerinde yazılan binlerce tableti temizlediler, sınıflandırdılar ve numaralandırdılar. Çığ, 74 bin tabletten oluşan çivi yazılı belgeler arşivini oluşturdu ve 3 bin tabletin kopyasını çıkarıp, katalog hâlinde yayımladı. Aradan geçen yıllarda, tabletlerin deşifre edilmesi ve yayınlanması konusundaki çabaları sayesinde Müze, dünyanın her yerinden Eski Çağ tarihi araştırmacılarının katıldığı bir Orta Doğu dilleri öğrenme merkezi hâline geldi.
Sümerleri dünyaya tanıttı, Sümer tabletlerini yeniden insanlığın bilgisine sunmuştu.
Türkiye tarihin Sümerlerle başladığını ondan öğrenmişti.
Bugün kutsal kitap denilen kitaplardaki bir çok bilginin kaynağının Sümerlere dayandığını Sümer tabletleriyle ortaya koymuştu.
Bugün dinsel giysiler olarak bilinen giysilerin köklerinin Akadlara dayandığını yine tarihsel belgelere dayanarak ortaya koymuştu.
Eminim ki, Enlil, Enki, Utu, İnanna, An, Nimmah, Nanna, Ecem, Ninḫursaĝ, Ninkikurga, Ninsar, Ninkurra, Ningal,Nanna, Nergal, Ninurta, Uttu, Dumuzid, Ninkigal, Meškiaĝĝašer, Lugalbanda, Ninsumun, Enmerkar, Gilgāmeš, Urnungal, göklerde Muazzzez İlmiye Çığ’ı “Hoş geldin son Sümer Kraliçesi” diyerek karşılayacaklar, selamlayacaklardır..
Tanrılar yoldaşın olsun son Sümer Kraliçesi..
**
Sümerlere göre evrenin yaratılışı
Evrenin yaratılışı "Gılgamış, Enkidu ve Ölüler Diyarı" adlı Sümer şiirinin giriş bölümünde anlatılmakta.
, Samuel Noah Kramer’in Sümer Mitolojisi adlı kitabının sekseninci sayfasında o şiir şöyle:
Gök yerden uzaklaştıktan sonra,
Yer gökten ayrıldıktan sonra,
İnsanın adı konduktan sonra,
Anu göğü ele geçirdikten sonra,
Enlil yeri ele geçirdikten sonra,
Ereşkigal Kur'un ödülü olarak ele geçirilip götürüldükten sonra,
O denize açıldıktan sonra,
Baba Kur'a doğru denize açıldıktan sonra,
Enki Kur'a doğru denize açıldıktan sonra;
(Kur) krala ufak taşlar fırlattı,
Enki'ye koca taşlar fırlattı;
Onun küçük taşları, el kadar taşlar,
Onun koca taşları,... kamışların taşları,
Enki'nin gemisinin omurgası,
Saldıran kasırgaya benzeyen savaşta yenildi;
Krala karşı, geminin serenindeki sular,
Kurt gibi yutuyordu,
Enki'ye karşı, geminin ardındaki sular,
Aslan gibi vuruyordu
Sümlerler insanın yaratılışı da şöyle anlatırlardı: Sümer mitolojisinde insanın tanrılara hizmet etmesi için yaratıldığı anlatılır. Hava tanrısı Enlil, tanrılara hizmet etmeleri maksadıyla Enki'nin tavsiyesiyle tahıl tanrıçası Aşnan ile sığır tanrı Lahar'ı yaratmıştır. Ancak bu iki tanrı bir gün öyle bir kavgaya tutuşmuşlar ki tüm işleri yapmaz olmuşlar. Kendilerine hizmet edilmeyen tanrılar, yeryüzündeki işleri yapmaktan yorulmuşlar ve bu konuyu Enki'ye götürüp şikayette bulunmuşlar.
Uyuduğu için olan bitenden haberi olmayan Enki, tanrıça Nammu ve doğum tanrısı Ninmah'a insanı yaratması emrini vermiştir. Ninmah ve Nammu "derin suların üzerindeki" "balçığı" kararak şekil bakımından tanrılara benzeyen, ancak onların ölümsüzlük yeteneklerine sahip olmayan insanı yaratmışlar. İnsanın yaratılışı şerefine verilen şölende bütün tanrılar içerek sarhoş olmuşlar. Sarhoşluğun tesiriyle Ninmah'ın yarattığı altı insanın hepsi kusurlu olmuş. Ardından Enki'nin yarattığı insan da akli ve fiziksel bakımdan kusurlu olmuş. Hatasını düzeltmesi için Ninmah'tan yardım isteyen Enlil'i tanrı Ninmah yaptığı hatadan dolayı lanetlemiş.
Nasıl, Sümerlerin hem evrenin, hem insanın yaratılması ile ilgili söylenceleri çok tanıdık geldi değil mi?..
**
Sümerli Ludingirra’nın Öyküsü
Milattan önce 4000 ile 2000 yılları arasında tarih sahnesinde yer alan ve Zamanının ötesinde bir topluluk olan Sümerler, yazıyı icat ederek insanlığa eşsiz bir armağan vermişlerdi.
Kendisini öğretmen, şair ve yazar olarak tanımlayan Sümerli Ludingirra, yetmişli yaşlarını geçtikten sonra hayatını yazmaya karar vermiş.
Asıl amacı; ulusu, dili, gelenekleri, sosyal yaşamı ve sanatını gelecek kuşaklara aktarmak. Yazılarını kaleme aldığı dönem Sümerleri artık kendi kralları değil yabancılar yönetiyormuş. Böyle olunca dilleri ve uygarlıkları kendi milleti tarafından unutulacak diye endişelenmiş Ludingirra.
Biz bu bilgileri, dünyaca ünlü bir Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın ilk kez 1996 yılında yayınlanan “Sümerli Ludingirra” adlı kitabından edinmiştik..
İki gün önce tanrı ve tanrıçalara ulaşan son Sümer Kraliçesi Muazzez İlmiye Çığ’ı tarihin tozlu sayfaalrından ghünümüe ulaştırdığı Ludingirra’nın öyküsünden küçük bie kesitle bir kez daha analım.
“İlk Aşkım
Bana gülmezseniz başımdan geçen bir olayı anlatayım size. Ben parkta bir kıza aşık olmuştum, hem de sırılsıklam aşık!…
İçini ulu ağaçların gölgelendirdiği bir parkımız var. Adı Şaurugişsar, anlamı “kentin ortasındaki bahçe”dir. Okul olmadığı zamanlar arkadaşlarla oraya gider, ağaçların gölgesinde serinlerken şundan bundan konuşurduk…Herkes nasıl kızlardan hoşlandığını veya hoşlanabileceğini söyler, sevgilisi olanlar birlikteki maceralarını anlatırdı…Bir kısmını bilerek, bir kısmını doğru zannederek dinlerdik anlatılanları.
Ben henüz kızlarla pek ilgilenmiyordum. Fakat bir gün parka bir grup kız geldi. Biraz ilerimizde birbirlerine bir şeyler anlatıp kahkahalarla gülüşüyorlardı. Bir an aralarından biri gözüme çarptı. Yüzü bana doğru dönüktü. Öyle tatlı, öyle sevimli bir yüzü vardı ki, gözlerinin içi sanki bana gülüyormuş gibi geldi. Siyah saçlarını bukleler halinde omuzlarına, alnına salıvermişti. Alt kısmı uzun, üst kısmı omuzlarından birini açıkta bırakan bir elbise giymişti. Boyu oldukça uzun, beli incecik görünüyordu. Birden, “Niçin bu kızı bu kadar inceliyorum?” diye kendi kendime sordum ve “Acaba aşk böyle mi başlıyor” diyordum. O gün bu düşüncelerle geçti.
İkinci kez parka gittiğimde, birdenbire gözlerimin onu aradığını fark ettim… Ondan sonra parkta onu sık sık görmeye başlamıştım. Ya ben onu görmek için parka gitmeyi sıklaştırmıştım veya hakikaten o sık geliyordu… Bu rastlaşmalarda yavaş yavaş göz göze gelmeye başladık. Daha sonra gülümsedik birbirimize… Yanındaki kızların ona seslenmelerinden adının Nindada olduğunu öğrendim…Fakat bende hiç ama hiç cesaret yoktu, yaklaşmaya bile. Onun yerine, eve gidince onun tatlılığı ve güzelliğini, benim özlem, sevgi ve isteklerimi dile getiren içli şiirler yazıyordum.
Bir gün her nasılsa, konuşmayı başarmıştım; başarmıştım ama iş işten geçmişti. Bana nişanlandığını, yakında evleneceğini söyleyivermesin mi; birden beynimden vurulmuşa döndüm. Ne diyeceğimi bilemedim, sanki dilim tutulmuştu.
Aslında ben evlenmeyi hiç aklıma getirmemiştim. Hem daha yaşım küçük, hem de okulum vardı. Babam da okuldaki bütün bilgileri öğrenmeden ayrılmama hiç izin vermezdi.
Eve büyük bir üzüntü içinde geldim ve hemen onun için yazdığım o güzel şiirlerimi kırıp kırıp toz haline getirdim ve tozlarını da savurdum bahçeye.
Hep üzülürüm, o ilk şiirlerimi öyle aptalca kırıp yok ettiğime. İnsanın aynı duygu içinde şiirler yazmasına olanak yok veya ben yapamadım…
Ah, şu gençlik! Bugün ne kadar yalın gelen o olaylar, zamanında ne heyecan veriyordu insana! O günlerin özlemini zaman zaman çekiyorum; fakat yine de tekrar o günlere dönmeyi, yaşadığım bunca acı tatlı yılları tekrar yaşamayı istemiyorum nedense!
Muazzez İlmiye Çığ
Sümerli Ludingirra kitabından”