Şimdide devletin yöneticilerinden Lübnanlılar için “kapımız açık” mesajı gelmeye başladı..
Suriyelilerden sonra ülke bu kez Lübnanlı arapların işgal harekatıyla karşı karşıya kalacaktır..
Zaten, Lübnan’daki Türkleri tahliye ettiği söylenen gemilerde, çok sayıda Lübnanlı’nın ülkeye getirildiğini düşünüyorum.
Gemilerin getirdiği insanların fotoğrafları bu düşüncemi kuvvetlendiriyor..
Kapımızı hala açık denilen Suriyelilerin resmi rakamlara göre dört milyon, rakamlara göre on milyonu sığınmacı maskesiyle ülkemize girmiş bulunmaktalar.
Misafirlik artık kabak tadı verdi ama, açıklamalara bakılırsa kapılar hala açık olduğu açıklandığına göre, sanırım Suriye’deki tüm araplar ülkeye gelene dek kapılar kapanmayacak..
Önce Suriye’den sığınmacı akını başlamıştı..
Ardından taa uzaklardan Afganistan’dan benzeri bir sığınmacı akını olmuştu..
Hükümet inkar etse de sığınmacı sayısı on dört milyonu bulmuş durumda..
Siyasal iktidar kayıt altında dediği yedi yüz bin Suriyeli sığınmacının nerde olduğunu bilmiyor,
Kayıt altına aldığı sığınmacıların nerede olduğu bilmeyen bir iktidar, ülkedeki sığınmacı sayısını nereden bilecek..
Gazetelerde baktığınıza her gün yüzlerce Suriyeli “kayıtlı” sığınmacının geçici kimliğini yitirdiğine dair yitik ilanı görecekseniz..
Her gün bu denli Göç İdaresi Başkanlığı’nın verdiği geçici kimliklerin yitirilmesi hiç de normal değil..
Sanki, aynı kimlikle ortalıkta birden fazla kişi dolaşıyor olma olasılığı bir hayli yüksek..
Sığınmacıların elini kolunu sallaya sallaya Türkiye’ye gelmeleri ve sözde geçici aslında kalıcı sığınmacılar olmaları, Türkiye’nin savaşa girmeden işgale girişimiyle karşı karşıya kaldığına işaret etmektedir..
Bugün bir çok ilde, ilçede sığınmacı nüfusu yerli, yani Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı nüfusunu geçmiş durumda..
Türkiye’nin demografik, kültürel ve toplumsal yapısı bilinçli bir biçimde değiştirilmektedir..
Sığınmacıların konukluğu uzadı dediğinizde şiddetle karşı çıkan onları muhacir, Türkiye’yi ensar olarak görenler bile artık ülkenin demografik yapısıyla oynandığının farkına vardı..
On dört milyonu aşkın sığınmacının maliyetinin Türkiye Cumhuriyetini fe, Türk ulusunu da yoksullaştırdığı inkar edilemez bir gerçek..
Bu denli büyük sığınmacı sayısına bir de Lübnan’dan gelecek sığınmacı arapları eklemek işe tüy dikmek olacaktır..
Hemen yanı başlarındaki Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır gibi dindaş ve soydaş ülkeler dururken, iki katı yol katederek Türkiye’ye akın etmeleri sığınma değil olsa olsa işgal hareketi olabilir..
Özetle, Türkiye besleyebileceğinden fazla sığınmacıyı besliyor..
Daha fazla sığınmacıyı kaldıramaz, besleyemez..
Olsa olsa ekonomik iflası hızlandırır..
Türkiye’yi ve Türk halkının seviyoruz, daha fazla sığınmacı istemiyoruz..
Artık uzayan sığınmacı konukluğunun da artık sonlanmasını; evlinin evine, köylünün köyüne gönderilmelerini; yurt dışına çıkmak isteyen sığınmacıların değil yurda girmek isteyenlerin engellenmesini ve sınırdan sokulmalarını istiyoruz..
**
Yenidoğan cinayet çetesi
İstanbul’da ortaya çıkan ve giderek diğer kentlere de yayılan “Yenidoğan Cinayet Çetesi”nin yaptıkları kan donduran cinsten..
Yetkililerin açıklamalarından, televizyonlarda konuyu tartışanlara göre par için onlarca el kadar bebeği öldürmüşler..
Anlı şanlı sağlık bakanı bile bu biçimde değerlendiriyor..
Olayı da kendilerinin ortaya çıkardığını söyleyerek bir de övünme payı çıkarmaya çalışıyor..
Olay gerçekten Sağlık Bakanı’nın açıkladığı gibi mi?..
Hiç de öyle durmuyor..
Olay, kendilerini hukuk kurumlarından üstün gören çetenin bir savcıyı tehdit etme cüretinden patlıyor..
Cesur yürek bir savcı tehdide pabuç bırakmayıp olayın üstüne gidince malum çete ortaya çıkarılıyor..
Sağlık Bakanı, çetenin yenidoğan bebekleri öldürdüğü hastanelere bebeklerin sevkini engellememesi başlı başına bir suç..
Ve bakan o suçu işlediğinin övünmek isterken itiraf ediyor..
Peki, o cinayetler birkaç bin liralık para kazanmak için mi işlendi..
Olayın derinlenmesine araştırılmadı gereken dört boyutu bulunmakta..
Birincisi, çete başkanı olduğu belirtilen doktorun öğrencilik yıllarında PKK üyesi olmaktan hapis yatması.
Kimilerine göre PKK’li doktor Türk çocuklarını kasıtlı olarak öldürmüş..
Çok vahim bir iddia.
Mutlaka araştırılmadı gereken bir iddia..
İkincisi, çetenin Suriyeli çocuklara aynı uygulama yapmaktan çekinmeleri..
Bu davranışın da araştırılması gerekiyor..
Çok önemli üçüncü boyutu, “olaynet.net” yazarlarından Tülay Sökün’ün bir yazısında dikkati çektiği, ortada çok daha büyük bir çıkar olması hususu.
Tülay Sökün, bebek kanından elde edilen adrenochrome dibi birtakım kimyasalların aranan maddeler olduğunu, örneğin “adrenochrome”un bir litresinin 2,2 milyar dolara satıldığına dikkati çekiyor..
Yenidoğan kanından elde edileni daha da kıymetliymiş..
Tülay Sökün, Amerika’daki çocuk kaçırmalarının çoğunun elitlere adrenochrome sağlamak için olduğunun bilindiğine de işaret ediyor.
Bu iddialar çok ciddi ve basit birkaç bin liralık kazanç için ya da dolandırıcılık nedeniyle bebeklerin öldürüldüğü savından daha gerçekçi duruyor.
İlgili makamların, çete üyelerinin, özellikle çete lideri denen şahıs ile olaya karışan hastanelerin sahip ve yöneticilerinin, yenidoğan servisi doktorlarının adrenochrome ticareti yapanlarla ilişkileri, bağlantıları zaman geçirilmeden mutlaka araştırılmalı.
Olayın dördüncü boyutu Menzil bağlantısıdır..
Türkiye’de herkes biliyor ki, Sağlık Bakanlığı’nda Menzil Tarikatının haber olmadan kuş uçmaz..
Sağlıkta Menzil ne derse o olur..
Özel de olsa Sağlık Bakanlığı’nın denetiminde olan hastanelerde, Menzil’in haberi ve izni olmadan bu tür bir vurgunun yapılması da olanaksız..
Bu dört boyut ciddi olarak araştırılırsa, bebek cinayetlerinin nedeni ve maddi boyutu, nerelere uzadığı ortaya çıkacaktır..
Bu konuların araştırılmaması ya da araştırmış görünmek için yalancıktan araştırılmış gibi yapılması ise olayın üstünün kapatılması anlamına gelecektir.