Avcılar, avladıkları avın kafasını veya postunu evlerinin görünür bir duvarına asarak sergiler. Eğer Erdoğan'ı bir avcı olarak kabul edecek olursak, çalışma odasının duvarlarında bir düzineye yakın Kılıçdaroğlu ve çeyrek sayıda da Baykal portresi olsa gerek. Liderleri, yöneticileri, onları seçen mahalle, ilçe, il ve kurultay delegeleri değişse de son 40 yıldan bu yana yapılan hiçbir seçimden birinci çıkamayan ve kendisini sosyal demokrat olarak ifade eden CHP'nin duvarlarında ise ucuz yağlı boya resimleri sergileniyor.
Erdoğan'ın çalışma odasında benim bile saymaktan vazgeçtiğim sayıda portresi olanlar, her seçim yenilgisi sonrasında farklı mazeretler üretseler de CHP'liler açısından sonuç asla değişmiyor ve daha üzücü olanı, artık buna da şaşırmıyorlar da... Zira CHP'liler 'Ne yapsak olmuyor, kazanamıyoruz' düşüncesine o kadar alıştırıldılar ki, hayal kırıklığı hissiyatı CHP'lilerde kalıcılaşmış ve artık acı vermiyor bile olabilir. Yeni olan ise, önceleri sadece CHP 'lilerin yaşadığı bu ruh hali ve beraberinde getirdiği hayal kırıklığının, şimdi Millet İttifakı kümesini de içine alarak neredeyse ülkede yaşayanların yarısını kapsayacak şekilde büyümüş olması.
Peki, o zaman sorun nerede? CHP ve genel olarak muhalefet girdiği her seçimi neden kaybediyor sorusuna nasıl bir yanıt üreteceğiz? Doğru yanıtı bulabilmek adına geçmişte denenen ve yine hayal kırıklığı üreten yanıtları elemek bir başlangıç olabilir. Bunlardan ilk akla geleni, Kılıçdaroğlu ve ekibi giderse her şeyin düzeleceği yanılgısı.
"Aslında Genel Başkan o isim değil de şu isim olsa parti çok daha başarılı olur.", "Parti Meclisinde şu şu isimler de olsa toplumun daha geniş kesimlerine ulaşılabilir" gibi temenniler, parti içi dengelerin tartışıldığı her dönemde albenili görünür. Keza sonuncusu dahil olmak üzere seçim yenilgilerini koltukta oturan Genel Başkan ve ekibinin partiyi yönetme anlayışı ve yöntemleriyle ilişkilendirmek belli açılardan mümkün olsa da, bunun bütünü kapsayan tek açıklama ya da tüm problemlerin tek sebebi olmadığını düşünüyorum.
Eğer bu bakış açısı doğru olsaydı, beceriksiz olanların kaybettiği bir iki seçim parmakla gösterebilecek şekilde sayılabilir ya da kazara bile olsa bir iki seçim kazanılabilirdi. Oysa, 1983 yılından bu yana kendini sosyal demokrat olarak gören partilerde genel başkanlık yapmış olan Cezmi Kartay, Erdal İnönü, Murat Karayalçın, Bülent Ecevit, Altan Öymen, Hikmet Çetin, Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu dâhil hiç kimse girdiği tek bir seçimi dahi kazanamadı. Hepsinin birden kötü ve beceriksiz olması düşünülemeyeceğine göre, sizce de sorunu başka bir yerde aramak daha mantıklı değil mi?
Bu açıdan CHP Genel Başkanı ve parti yönetimi koltuğunda oturanların sonuçlara etkisi üzerinden yapılan tartışmaların da, Kılıçdaroğlu gitsin mi kalsın mı şenliklerinin de, parti yönetiminde yapılan ya da yapılacak değişikliklerle ilgili yapılan kulis gazeteciliğinin de ne CHP'nin, ne de ülkemizin geleceğinde sonucu değiştirecek bir etki göstermesi ihtimalini görmüyorum.
Üstelik bunu kaybedilen seçimin ardından bir gün önce övgüler düzmeye doyamadıkları kişileri eleştirmeye başlayan sürünün bir üyesi olarak değil, seçimden çok öncesinden beri CHP ve yöneticilerini sert bir şekilde eleştiren birisi olarak söylüyorum. Yaşanılan seçim yenilgilerini lider ve çalışmayı tercih ettiği arkadaşlarının üzerine yıkmak yerine asıl meseleye odaklanmak gerektiğini, bunun da seçimlerin de dinamiğini belirleyen ekonomik-politik iklim ve bunun üzerinden yapılan tercihler olduğunu düşünüyorum. Ters yöne doğru giden bir geminin kontrolünü alması muhtemel isimlere fazla anlam yüklemek, geminin yönü değişmediği sürece yalnızca yeni hayal kırıklıklarına giden yolu açacaktır.
CHP örgütlerinin yetersizliği her seçim sonrası konuşulur. Dünyanın en iyi siyasi parti örgütüne dahi sahip olsa, bunun bugünün CHP'sine kazandıracağı tek şey, yanlış mesajı daha efektif bir şekilde yaymak, seçim günü ıslak imzalı tutanakları daha hızlı ve güvenilir bir şekilde toplayarak yenilgiyi daha hızlı öğrenmek olacaktır. Oysa isimlerde, örgütlerde, reklamcılarda problem olsa dahi hezimeti yaratan bunlar değil, hezimetin altında yatan asıl sebep, doğru siyaseti üretememek.
Bugün Türkiye'de ekonomik ve siyasi iklim, halkın çoğunluğunun beklentilerini karşılayacak bir düzlemde değil. Ana muhalefet ve iktidar talibi olan CHP ise devrimler yapıp devlet kuran parti kimliğini bırakıp sıradan bir sosyal demokrat bir partiye evrilmiş durumda. Siyasi ufku ve hedefi kendisine çizilen sınırlarla oluşturulmuş ve bütün seçimlerinin temel dinamiği de buna göre çerçevelendirilmişken, bu sınırları aşmadığı takdirde Genel Başkanlık koltuğunda kim oturursa otursun bu parti bu şekliyle bundan sonra girilecek her seçimde yine aynı sonuçla yüzleşecektir.
Bu açıdan, seçimlerde yarışan siyasi partilerin fikri düzlemleri ve bunun da toplumdaki karşılığının neye tekabül ettiğine bakılmadan yapılacak değerlendirmelerin eksik olacağını düşünüyorum. (DEVAMI YARIN)