Normal şartlar altında siyasette gündem belirleyebilmek olumlu bir nitelik olsa da her hareketi ve söylemi ciddi tartışmalara yol açan Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz haftanın gündemine bir kez tozu dumana katan bir tonda yön verdi.
Uyuşturucu meselesi, hem toplum içerisinde kullanımının yaygınlaşması sonucu yol açtığı dramlar, hem de ticaretinin ülkede artması sonucu organize suç, kara para ve birçok pisliği beraber getirmesi açısından, ana muhalefet lideri nezdinde, yani ilk defa üst düzeyde ülke gündemine taşındı. Sedat Peker'in susturulana kadar anlattıklarıyla bu meseleye toplumun dikkatinin çekilmesinde ve konunun bu denli tartışılmasında payı olduğunun da altını çizmek gerekiyor.
Kılıçdaroğlu'nun bu tartışmayı başlatarak hem toplumda açtığı yaralara dikkat çekmesi, hem de buradan gelen kirli parayla bütçedeki cari açığın kapatıldığı iddiasıyla eleştiri oklarını hükümete yöneltmesi gayet doğal. Bu ton ve tarz, seçim atmosferini ve seçmenin bilinçaltını ne kadar etkiler, ne kadar etkili olur, orası ayrı bir tartışma konusu olmaya açık. İktidarın bu tür saldırılardan her seferinde daha da güçlenerek çıktığını bu bağlamda not etmek gerekiyor, ancak bu yazının konusu seçim stratejisi değil.
Benim değinmek istediğim nokta, Sayın Kılıçdaroğlu'nun İngiltere gezisinde, bu uyuşturucu meselesine atıfta bulunarak yaptığı “Temiz para bulacağım.” açıklamasıyla ilgili. Dünyanın en önemli iki finans merkezinden biri olan Londra'ya gidip yaptığı bu açıklamanın, Türkiye siyasetinde karşı karşıya olduğumuz problemleri bir kez daha yüzümüze vurduğunu düşünüyorum.
Egemen sistemin kendini güvenceye almasının yollarından belki de en önemlisi siyasi partileri birbirine benzeştirmek, siyasete çizilen dar bir alanda 'oynamalarını' sağlamak olduğundan, siyaset hiçbir sorunu toplumun genel çıkarlarını gözetecek bir çözme kapasitesi oluşturamıyor. Sonuç olarak önümüze çıkan her problem, çok büyük toplumsal yaralar açma potansiyeli taşıyor.
Bu bakımdan Sayın Kılıçdaroğlu'nun, ülkenin ana muhalefetinin lideri olarak işaret ettiği ve sorunlu olarak kayıt altına aldığı meselelere getirdiği çözüm önerilerinin eksik olduğunu düşünüyor ve burada sürekli gündeme getiriyorum.
Tartışmayı AKP iktidarının uyuşturucu geliriyle bütçeyi ve siyaseti finanse ettiği iddiasıyla uyuşturucunun yol açtığı aile dramlarına indirgeyip, bunun çözümü olarak da Londra'dan gelecek 'temiz' parayı sunmak, bizleri meselenin bütününü görememe sonucuyla karşı karşıya bırakıyor.
Dolayısıyla hali hazırda gündem bütçenin ve siyasetin finansmanı konusuna yoğunlaşmışken, eğer tartışma doğru yöne çekilebilirse, siyaset kurumu bu ve benzeri sorunların ortaya çıkmaması, var olanların da kalıcı olarak ortadan kaldırılması için çalışacak bir şekle sokulabilir.
Bu tartışmada odaklanılması gereken gerçek kimin parasının kirli ya da kimin parasının temiz olduğu değil, Türkiye'nin hem ekonomisinin, hem de siyasetinin, sürekli olarak parayla 'beslenmesi' gerektiği, bizatihi bunun dahi siyaseti ve ekonomiyi 'kirli' ve (madem uyuşturucudan bahsediyoruz) ‘bağımlı’ kılmaya yettiği gerçeğidir.
Tartışmanın 'Senin finansmanın uyuşturucudan, Arap'lardan veya Rus'lardan' seviyesine indiği bir ortamda iktidarın karşı argüman sunması da pek zor olmuyor, hemen IMF dosyası raftan iniyor, faiz lobisi, Londra'lı bankerler defterleri açılıyor, herkesin diğer tarafın parasını kirli ilan ettiği, sonuç olarak da her tarafın kendi destekçilerini alıp köşesine çekildiği ve safları sıklaştırdığı bir siyasi atmosfer, hiçbir sorunun çözülemediği bir ülkeye dönüşüyor.
'Onların parası kirli ama bizimki temiz.', 'Onlar ekonomiyi toparlayamaz ama biz toparlarız.' benzeri, sanki farklı seçenekler yokmuşçasına iki seçenekten birinin seçilmek zorunda olduğunun diretildiği önermelere mantık biliminde yanlış ikilem denir. Oysa bu bir yanılgıdır.
Bilinçli mi yapılıyor, bilinçli yapılıyorsa amaç nedir gibi konulara girmeden; seçim stratejisi bakımından bu tür bir yanılgıya sebebiyet vermek (seçmeni kendi mahallesinde konsolide ettiği için) doğru olmadığı gibi, ülkenin problemlerine çözüm üretmek bakımından da faydasızdır.
Bu tür ikilemler yaratmak, var olan düzenin, anlayışın, cenderenin dışına çıkılabilmesini imkansız hale getiriyor.
Örneğin geçtiğimiz hafta Mısır hükümeti, Cumhurbaşkanı Sisi'nin darbe sonrası göreve gelmesinden sonraki son dokuz yılda dördüncü kez IMF'ye başvurarak kredi talebinde bulundu. Batı basını bu talebi Mısır'ın ordu/devlet kontrollü ekonomisinin zayıflığından ve Sisi'nin bu 'yapısal sorunları' çözmekteki 'kararlılığından' dem vurarak haberleştirdi. Tabii burada siyasal islamı ve islamcıyı savunacak değilim, ancak darbeyle indirilen Mursi'nin taraftarlarına sorsak bizlere muhtemelen faiz lobisi temalı cevaplar vereceklerdir.
Oysa ortada duran gerçek, kendi ikilemlerinden sıyrılamayan, ekonomisi ve siyaseti sürekli 'beslenmeye' ihtiyaç duyan bu ülkenin, dokuz yılda dört kere IMF kapısına giderek finanse edilmek zorunda kaldığıdır.
Tanıdık geliyor mu? (DEVAMI YARIN)