Orhan Kemal’in ilk aşkı... Bilinçlenme yılları.... Aşık Sadık (Yaşar Kemal) ile tanışma... Nazım Hikmet’in önerisi ve şiir yazmaktan vazgeçme... Adana’da yüksek kahve... Dalgacının Meyhanesi... Abidin Dino... Bir avuç insanın toplumsal muhalefeti... Dayı Remzi, Selahattin Usta... Geçmişin Adana’sı... Nerede o eski günler deyip, nostaljik esintiler arayanlar için hazırlandı...
DOĞUMU VE İŞGAL YILLARI
Osmanlı Ülkesinin tümünde seferberlik davulları çalınırken, Ceyhan’da 15 Eylül 1914 tarihinde Mehmet Raşit (Orhan Kemal) adında bir çocuk dünyaya gelir. Baba Abdulkadir Kemali, anne Azime Hanımdır. Ancak baba Kemali Bey uzaklarda, çok uzaklarda Çanakkale’de topçu teğmeni olarak çarpışırken öğrenir bu mutlu haberi.
Baba Kemali Bey, İstanbul Darülfununu’nu bitirmiştir. Okul yıllarında İttihat ve Terakki Fırkasına bağlanır. Talat Paşa’yı bir ilah gibi görmekte ve çok sevmektedir. Öylesine sever ki; 3.çocuğu kız olmasına karşın adını TALAT koymuştur. 2.çocuğu Sıtkı ise 1918’de dünyaya gelir.
İŞGAL YILLARI
21 Kasım 1918’de Adana, Fransızlar tarafından işgal edilir. Abdulkadir Kemali Bey ailesini Ceyhan’dan Niğde’ye götürür. Fransızlar habire ilerlemektedir. Pozantı, ardından da Çiftehan Fransızlar’ın eline geçer. Kemali Bey Pozantı Kaymakamı Arif Bey’i bulur ve Fransızlar’a karşı saldırıya karşı geçmesini salık verir ama sözünü dinletemez. Dönüp ailesini Konya’ya taşır.
Orhan Kemal Konya günlerini Nurer Uğurlu’ya şöyle anlatır:
“Bizim ev Alaattin Tepesi ile Ermeni Okulu arasındaydı. Yüksek bir yerdeydi. Rum yada Ermeni eviydi. Birden bir isyan içinde bulduk kendimizi. Sözünü ettiğim isyan daha sonra Delibaş İsyanı olarak geçti tarihe. Keçe küllahlı, foturlu, sakallı, molla tipli insanlar, “İstemezük... Biz bu hükümeti istemezük...” diyerek bas bas bağırıyorlardı. Annem sıkı sıkıya tembih etmişti. Soran olursa, kömürcünün oğlu olduğumu söyleyecektim. Babam Ankara’ya gitmişti. Babama ait ne kadar kitap, kağıt, fotograf, tüfek, kılıç varsa hepsini yatakların ve tavanın arasına saklamıştık. Ve bütün gün , bütün gece alt katta, merdiven basamaklarında barınıyorduk. Bir gün duyduk ki; asiler bir subayın başını kesip, annesinin dizine yatırmışlar. Valiyi ahıra bağlamışlar. Sürekli bir şekilde “Şeriat isterük...” sesleri ve insanların acı çığlıkları duyuluyordu. Kapılan kırılıyor, insanlar boğazlanıyordu.
Bir gün, “Kuvayi Milliye geliyor” haberi yayıldı ortalığa. Halk sokaklara döküldü. Çılgın bir alkış... Yaşlı kadınlar, genç kızlar sevinçten ağlıyorlardı. Kalpakları koca koca bıyıklarıyla atlılar geçiyordu sokaklardan. Arkasından elleri arkalarından bağlı poturlu, keçe külahlı, sakallı asiler... Derken yük arabaları... Yük arabalarında enselerinden kesilmiş kanlı cesetler... O gün o kadar bağırdım ki; sesim kısıldı. Hastalandım. Sonra Ankara... Ankara denilince ben yanık, çürük, paslı tahtalar ve kerpiç kalabalığı içinde alt alta üst üste evler, bozuk dar sokaklar, kalpaklarıyla askerleri ve subayları hatırlarım... Bir de “Hakimiyet-i Milliye Gazetesi”ni satan çocukları...
Baba Kemali Bey 1920-23 döneminde 1.Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Milletvekili olarak bulunur. Önce Lahiye Encümeni’nde çalışır. Ardından 3 Mayıs 1920’de Adliye Bakanlığı’na getirilir. Sonra 1923’de Ankara Milletvekilliği teklif edilir. Kabul etmez. Tayinle milletvekili olmak istemez. Aynı yıl Adana’ya döner. “TOKSÖZ” Gazetesi’ni çıkarır. Bir yazısı yüzünden tutuklanır. Önce Diyarbakır’a sonra da Elazığ’a sürülür. Toksöz Gazetesi kapatılır. Kemali Bey, 11 aylık tutukluktan sonra beraat eder. Adana’ya döner. Avukatlığa başlar.
Bu arada önce 12 Ağustos 1930’da Fethi Okyay tarafından “Serbest Cumhuriyet Fırkası” adında bir parti kurulur. Kemali Bey de 26 Eylül 1930’da “Ahali Cumhuriyet Fırkası”nı kurar. Fethi Okyar’ın partisi liberal olmasına karşın Ahali Fırkası’nın ilk ve son prensibi “Ahaliyi refaha kavuşturmaktır.” Ancak İstanbul basını Kemali Bey’in partisine çok az yer verir. Bunun üzerine Kemali Bey Ahali Gazetesi’ni çıkarır Adana’da. Sözkonusu gazetede öncelikle partisini tanıtır. Arkasından hükümeti eleştirmeye başlar.
Orhan Kemal artık ergen bir erkektir. Delikanlılık gelip çatmıştır. Orhan Kemal o günleri Nurer Uğurlu’ya şöyle özetler:
“Adana’da bir sokakta karşılıklı iki konak hatırlıyorum. Cumbalı, kafesli, çıkıntılı, tahta saçakları işlemeli, eski bir Ermeni Konağı. Burası aynı zamanda babamın fırka binasıydı. Yani partinin genel merkeziydi. Burada fırka mensupları sigara dumanları içerisinde ateşli nutuklar çekerlerdi. ‘Yaşşa...’ , ‘Bravo...’ sesleri sokaklara taşardı. Babam uzun makaleler yazardı. Ben de matbaaya yazılar , tashihler getirir götürürdüm. Ama beni babamın ne fırka liderliği ne de bitmek tükenmez yazıları ilgilendiriyordu.”
Bu arada Fethi Okyar CHP’nin isteği üzerine Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kapatır. Kemali Bey ise; muhalefetini sürdürür. Adana Valisi Hilmi Uran partiyi kapatması için bastırır. Ancak Kemali Bey dinlemez. Ankara başına çorap örmek için fırsat kollamaktadır. Bunun üzerine 1931 yılı baharında Suriye’ye kaçar. Fakat Orhan Kemal tüm bu olup bitenlerin farkında bile değildir. Hatta sevinmektedir bile. Bu arada Kemali Bey Suriye’den Beyrut’a geçer.
Orhan Kemal o günleri bu satırların yazarının bulunduğu bir Kumkapı Gecesi’nde şöyle anlatmıştı:
“Babam gitmiş. Ben krallığımı ilan etmişim. Yaşım 15-16. Neyin olup bittiğinin farkında bile değilim. Okulu-mokulu bırakmışım. Başıma buyruk. Bütün merakım futbol. Fakat bu saltanat uzun sürmedi. Babam bütün aileyi Beyrut’a çağırdı.
İLK AŞKI
Baba Kemali Bey Beyrut’ta zor günler geçirmektedir. Lübnan vatandaşı olmadığı için avukatlık da yapamamaktadır. Bütün aile tek odalı bir evde yaşamaktadır. Önce eşinin bileziklerini bozdurur. 10 lira sermaye ile bir lokanta açar. İşler iyi gitmez. İflas eder. Orhan Kemal’i çalıştırmak zorunda kalır. Bir matbaada iş bulur. Orhan Kemal’in işi kağıt kesme makinasında kol çevirmektir. Haftalığı 150 kuruştur. Ve ilk aşkını Beyrut’ta yaşar.”
Orhan Kemal gazeteci Celalettin Çetin’e kendisiyle yapılan bir röportajda ilk aşkını şöyle anlatır.
“Çalıştığım matbaanın yakınında bir çukulata fabrikası vardı. Bu fabrikada sarı saçlı, mavi gözlü çok güzel bir Rum kızı vardı. Adı Eleni idi. Bütün matbaanın gençleri bu kızın etrafında pervane gibi dolanırlardı. Bense üstün başım, bilhassa ayakkabılarım berbat olduğu için uzak durur, sokulmazdım. Benimle alay eder diye hep kaçardım. Bir gün yanıma geldi. Zaten ufacık bir alevle parlamaya hazır olduğum için gövdemi ateş bastı.Ben kızı Türkçe bilmez sanırdım. Birden Türkçe konuşmaya başladı. “Senin adın ne?” dedi. Nereli olduğumu sordu. Bir çukulata verdi. O günden sonra kıza aşık oldum. İşime dört elle sarıldım ve her gün saçlarımı taramaya başladım. Sonra buluşmalar başladı. Deniz kıyılarına iniyorduk. Ve bir gün ona ayağımdaki pantolandan utandığımı söyledim. O da bana, “Sen ne diye utanıyorsun? Zenginlerimiz utansın. Aldırma böyle şeylere, boşver” dedi. İşte bende ilk sosyal uyanış bu Rum kızıyla başladı.
Günlerden bir gün Eleni’nin artık çalışmayacağını öğrendim. Yıkıldım kaldım. Kimi evlendi dedi, kimileri ağabeyinin başka bir memlekete götürdüğünü söyledi. Beyrut kapkara kesildi. Üzerime yıkılmıştı sanki. Yaşamaktan nefret ve bezginlik duymaya başladım. Tenhalarda gizlice ağladım...”
Eleni’yi kaybeden Orhan Kemal artık Beyrut’ta kalamaz. Zaten dilini bilmediği bu ülkede bir sürgün gibi yaşamaktadır. 1932 yılının Haziran’ın da tek başına Adana’ya döner. 6 ay sonra da annesiyle kızkardeşi onu izler, onlar da döner. Babaannesinin yanına yerleşirler. İyice başıboş kalmıştır. Kendini futbola verir. Bu arada Bedriye adında bir kızla ilişki kurar. Onunla evlenmeyi tasarlamaktadır. Ancak kız Orhan Kemal’in okumasını istemektedir. Bu isteğin üzerine İstanbul’a halasının yanına gider. Amacı orta 3’e kadar okuduğu öğrenimini tamamlamaktır. Fakat aklı Adana’da, Bedriye’dedir. Arkadaşlarından bir mektup alır. Sevgilisinin başkasıyla dolaştığını yazmaktadırlar. Hemen Adana’ya döner. Kızı bulur, tartışırlar ve ayrılırlar.
İşsiz güçsüz yıllar sürüp gitmektedir. Futbol oynar. Giritli’nin kahvesiyle Nadir’in kahvesinin adeta müdavimidir.
(DEVAMI YARIN)