Orhan Kemal 1938 yılında askere çağırılır. Askerliğini bedelci olarak Niğde’de yapmaktadır. Askerde de rahatı yoktur. Sürekli takip altındadır. Ve günlerden bir gün Nazım Hikmet’in kitaplarını okuduğu, diğer erlere devlet ve hükümet aleyhinde propaganda yaptığı için Askeri Mahkemeye verilir. Kayseri 6.Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılanır. Yargılama sonunda 5 yıla mahkûm olur. Bu arada ilk şiirlerini de yazmaya başlamıştır. Şiirleri daha çok hapishaneye dairdir ve hüzünlüdür.
Hapse düşmeden 40 gün önce kızı Yıldız doğar.
Bu yüzleri salyalı, kirli, iğrenç çehreler
Korkunç bakışlarıyla beni çıldırtacaklar.
Kimbilir belki bir gün içeriye girenler
Yerde cansız uzanmış bir ceset bulacaklar...
Bu hayata el atan bu imansız duvarlar
Arasında bunalan deliren bir insan var...
Söz konusu şiirler 7 Gün Dergisi’nde yayınlanmaya başlar.
Bu arada Atatürk’ün vefatından sonra baba Kemali Bey 1939 yılının başlarında Türkiye’ye döner. İlk işi oğlu Orhan Kemal’i Kayseri Hapishanesi’nden Adana’ya naklettirmek olur. Ancak bir yığın uğraştan sonra.
Kemali Bey bir süre sonra Bergama Ağır Ceza Reisliği’ne atanır. Orhan Kemal’in Adana’da yalnız kalmasına gönlü razı olmadığından ve daha çok kendisine yakın olmasını da isteği için oğlunu Adana’dan Bursa Cezaevi’ne naklettirmeyi başarır. Bu nakil Orhan Kemal’in edebiyattaki yönünü tümden değiştirecektir.
Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanışacaktır. Nazım Hikmet onun için bir gönül kahramanıdır. Ve koskoca bir şanstır.
Ve bir gün Nazım Hikmet’in hapishaneye geldiği duyulur. Orhan Kemal Nazım’ın gelişine müthiş sevinmektedir. Ama bir o kadar da heyecanlıdır. Ancak başka başka koğuşlardadır. Nazım Hikmet bir dilekçe vererek koğuşunu değiştirmek ister. İzin çıkar ve Orhan Kemal’in bulunduğu 72.Koğuş’a gelir. Söz konusu koğuş daha sonra Orhan Kemal tarafından aynı adla oyun olarak yazılmıştır.
Aradan çok geçmez. Orhan Kemal yazdığı şiirleri Nazım Hikmet’e okur.
Gerisini Orhan Kemal, Nazım Hikmet’le 3,5 yıl adlı Anı kitabında şöyle anlatmaktadır:
-‘Sizde sanat için iyi bir kumaş var muhakkak. Demin şiirinize karşı fazla haşin davranmıştım. Beni mazur görün. Sanat bahislerinde hiç şakam yoktur. Bu itibarla... Evet, sizde iyi bir sanatkâr için gereken iyi bir kumaş var...’
Kaşları çatıldı, açıldı. Piposuna tekrar tütün koydu, ateşledi. Dumanı alıp bıraktı: ‘Size bir teklifte bulunabilir miyim?’
-‘Hay hay...’
-‘Sizinle yakından meşgul olmak istiyorum. Yani kültürünüzle. Evvela Fransızca, sonra diğer kültür bahisleri üzerine muntazaman dersler yapacağız. Tahammülünüz var mı?’
-‘Var...’
-‘Söz mü?’
-‘Söz...’
Elini uzattı. İnce bilekli hafif çilli elini tuttum.
-‘Bıkmadan, usanmadan...’
-‘Evet. Bıkmadan... Yorulup usanmadan... Pekâlâ, bu iş oldu.’
Piposunu yeni baştan neşeyle çekiştirmeye başladı.
Her gün 7-8 saat bazen daha da çok birlikte ders çalışır gibi çalışıyorduk. Bana göre onunkiler gibi şiirler de yazıyordum. Ama göstermeye cesaret edemiyordum. Onunkiler ne kadar pürüzsüzdüler. Az sözle ne kadar çok şey anlatabiliyordu. Hâlbuki benimkiler baştanbaşa takır tukurdu.
Baştanbaşa kılçık dolu. Aylardan sonra ona gösterdiğim ilk şiirim, ‘Bir Beyrut Hikâyesi’ oldu.
-‘Oku bakalım’ dedi.
Çekine çekine okumaya başladım:
“Beyrut’ta
Yeni İstanbul Lokantası’nda
Bulaşıkların başındayım.
18 yaşındayım.
Saçlarım taralı ve parlak
Aklımda Eleni.”
Nazım Hikmet, Orhan Kemal’in şiirlerini pek tutmaz. Bu arada Fransızca dersleri sürer gider. Nazım ısrarla Batı edebiyatında Stendal’i, Balzac’ı, Gorki’yi ve daha başkalarını çok okumasını ister. Orhan Kemal iyi bir öğrenci olur.
-‘Nazım Hikmet’le 3,5 yıl’ adlı yapıtında gerisi şöyle anlatılıyor:
“Bir başka gün nedense eline bir roman başlangıcım geçer. Okur.
O sıra ben hapishane avlusundayım. Ayaklarında takunyalar koşarak heyecanla geldi. Adeta soluk soluğa sordu:
-‘Siz mi yazdınız bunu?’
Çekinerek;
-‘Evet...’ dedim.
-‘Birader... Neden bahsetmezsiniz bundan? Siz nesir yazın, nesir...’
Hayretler içindeydim. O uzun uzun anlattı. Sonra bir küçük hikâye denememi söyledi. Ama ben edebiyatımızın kaideleriyle hemen hiç uğraşmadığım, en yabancısı olduğum tarafı hikâyecilik bölümüydü.
Nazım:
-‘Daha iyi... Hiç kimsenin tesirine kapılmadan kendinize has şekil bulursunuz...’
Artık şiiri ikinci plana attım.
Nazım Hikmet Orhan Kemal’deki sanatçı cevherini Kemal Tahir’e yazdığı bir mektupta şöyle anlatır:
-‘Raşit Kemali’den pek memnunum. Herşeye rağmen Fransızcası ilerliyor.
Birçok yazıların üzerinde çalışıyor ve durup durup dev adımlarıyla ilerliyor. Ona güveniyorum. Bir yılda aştığı merhale en aşağı en aşağı 5 yılda aşılabilecek bir yoldur.’
Orhan Kemal artık tahliye olacaktır. Tutar ustası Nazım Hikmet için bir şiir yazar. Ayrılmadan önce şiiri Nazım’a okur:
‘Sen,
Promete’nin çığlıklarını
Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam
Sen benim mavi gözlü arkadaşım
Kabil değil unutmam seni
26 Eylül 1943
Seni yapayalnız bırakıp hapishanede
Bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken
Koşacağım memleketime...”
Nazım’ın gözleri dolu dolu olur...
ADANA’YA DÖNÜŞ
Adana’ya dönen Orhan Kemal yine işsizdir. Habire iş aramaktadır. Ama bir türlü bulamaz. Daha doğrusu kimse ona iş vermek istemez. Ancak Karataş’ta toprak taşıma işinde bir kaç ay amele olarak çalışır. 13 Temmuz 1944’de oğlu Nazım doğar. Nazım 3 haftalıkken Malatya’dan bir arkadaşı iş bulacağını söyleyerek Malatya’ya çağırır. Orhan Kemal nesi var nesi yok satarak Malatya’ya gider. Bir fabrikada iş bulur. Ancak askerlik tezkeresi istenince iş suya düşer. Aile binbir güçlükle tekrar Adana’ya döner.
Perişan bir durumdadır. Bu arada kalan 40 günlük askerlik hizmetini Kilis’te tamamlar. Öyleyken terhis edilmez. Sürgüne gönderilir. Baba Kemali Bey zamanın Başbakanı Recep Peker’e bir telgraf çekerek durumu bildirir.
Bunun üzerine Orhan Kemal bırakılır.
Askerlik biter. Orhan Kemal bir daha Adana’ya döner ama yine işsizdir.
Bir arkadaşıyla sebze nakliyatçılığına girişir. Adana’dan topladığı sebzeleri trenle İstanbul’a yollar. Fakat sebzelerin parası gelmez. O işi de bırakmak zorunda kalır. Sonuçta bir arkadaşının yardımıyla Adana Verem Savaş Derneği’ne memur olur. Maaşı 120 liradır. Bu iş de uzun sürmez. Yaklaşık 1 yıl sonra yine işsiz kalır.
Acımasız, perişan ve yoksul bir yaşam sürüp gitmektedir. Neyi tutsa elinde kalmaktadır. Koca bir aile onun sırtındadır. Onun eline bakmaktadır.
Baba, anne, kardeşler bir de henüz bebek bir oğul... Bekârlık günlerini özlemektedir. Gene şurada burada sürttürmektedir. Gene gittiği yerler Giritli’nin Kahvesi, oradan çıkar Nadir’in Kahvesi daha sonra Yüksek Kahve, (Yüksek Kahvenin yerinde şimdi Çetinkaya Mağazası bulunuyor./
Ama bu arada bir şeyi hiç mi hiç ihmal etmez. Yazmak...
Habire yazar. Az da olsa şiir, hikâye, roman... Bıkmadan, usanmadan...
Yazdıkları birbiri ardına çeşitli dergilerde yayınlanmaya başlar.
Artık İstanbul’da da tanınmaktadır.
Asım Bezirci ile Hikmet Altınkaynak’ın birlikte hazırladıkları ‘Orhan Kemal’ adlı yapıtta sözkonusu hikâyeler ve yayınlandıkları dergiler şöyle sıralanıyor:
1944 Kasım’ında Varlık Dergisi’nde “Revir Meydancısı Yusuf” hikâyesi basılır. Bunu 1945 Mart, Mayıs ve Haziran’ında basılan “Sürmeli, Askerlik Oyunu, Uyku” hikâyeleri izler.
1945 yılı Ocak ayında Orhan Kemal adı geçen derginin okurları arasında açtığı soruşturmada ‘En beğenilen hikâyeci’ seçilir. Buna karşın şiirin peşini bırakmaz. Orhan Raşit imzasıyla 1946’da Gün Dergisi’nde “Ekmek” ve “İşsizlik” 1947 yılında Yeni Ses Dergisi’nde “Bir Beyrut Hikâyesi” adlı şiirleri çıkar. Bunun yanı sıra dergilerde hikâyeleri de eksik olmaz.
Orhan Kemal imzasıyla 1946’da Gün Dergisi’nde “Üç arkadaş, Köpek Yavrusu, Bir Lira, Teberçeliğin Karısı” ve Yığın Dergisi’nde “Bir takım insanlar” 1947 yılında Seçilmiş Hikayeler Dergisi, 1948 Nisan – Mayıs sayısında Orhan Kemal’in biyografisini verir. 1949’da “Sarhoşlar” hikayesini basar. Bunu Yaprak Dergisi’nde 1949’da “İstasyonda”, “Roman” ve “Büyücü” hikayeleri izler.
Bu arada Baba Kemali Bey vefat eder. İkinci oğlu Kemal doğar.
(DEVAMI PAZARTESİ GÜNÜ YAYINLANACAK)