Günümüzde sıkça karşılık bulduğu için değil, insan olmanın erdemlerinden biri olduğundan “hakaret” içermeyen biçimde davranış sergilenmesi gerekir! Bu toplumsal anlayışın, toplumsal barışın, bireylerin birbirinin haklarına saygı duymasının da gereğidir! “Bir kimseye, bir şeye karşı kullanılan küçültücü söz ya da aşağılayıcı, küçük düşürücü davranış, onura dokunma, onur kırma” biçimde tanımlanan “hakaret”, yaşamın güzelleşmesinin de temelidir!
Neden “hakaret” içeren sözler kullanmaya gerek duyulur, neden “aşağılayıcı” biçimde davranılır, neden “aşağılayıcı/ onur kırıcı” olmak yeğlenir; içinden çıkılmaz sorulardır! Aynı havanın, aynı kentin, aynı sokağın yazgısını paylaşanların “birlikte/ daha güzel” yaşamanın yollarını araması gerekirken, yanlışa hep birlikte tepki gösterilmesi/ karşı durulması gerekirken “hakaretle” başlayan ayrışmalar toplumsal erince de zarar vermiştir! Kim bunlar, kim insanla insanın arasına “dağ” koyanlar?
***
Sıkça karşımıza çıkan “hakaret” kavramının içine giren sözcükler Yargıtay kararlarına şöyle sıralanıyor; “şerefsiz”, “gerizekalı”, “salak”, “adi”, “haysiyetsiz”,” hayvan”, “müsvedde”, “pislik”, “alçak”, “fahişe”, “hırsız”, “rüşvetçi”, “eşek”, “öküz”, “it”,“ahlaksız”gibi… Bu sözleri söylemekya da hayvan isimleri ile seslenmek küfür olarak nitelendirildiğinden“hakaret suçu” oluşmuş sayılıyor. Buna “dil” kirliliği diyoruz!
Yine Yargıtay kararlarına; “ukalalık yapma”, “menopozlu kadın gibi kaşın gözün oynuyor”, “işlem yapmazsan adam değilsin, erkeksen yaparsın”, “cahilleri buraya koyuyorlar ondan sonra böyle oluyor”, “aç gözlü”, “senin kafan bozuk”, “seni paramla satın alırım”, “lan”, “Allah belanızı versin”, “basitsin”, “köylüsünüz, buraya ait değilsiniz”, “siz eşkıya mısınız”, “adam değilsin lan”, “edepsizler”, “defol git”, “korkak” gibi sözler söylemekse “hakaret” sayılmıyor!
***
“Hakaret” yalnızca bir sözcük düşünülmemeli; insan yaşamında, toplumsal anlayışta, ilişkilerde, gelecek kuşakların duygu dünyasında açılan derin bir yaradır da… Sözcükler, insan ilişkilerinde iletişim aracı olmaktan öte, aynı zamanda birer “taşıyıcı”dır; sevgi taşırlar, öfke taşırlar, umut ya da önyargı taşırlar… Bu nedenle birbirine yöneltilen her “hakaret”, yalnızca bir sözcüğün suçluluğunu değil, ardında gizlenen duygusal yükü de taşır. “Hakaretin” arka planında çoğu zaman öfke kontrolü eksikliği, güçsüzlük duygusu, kendini başka türlü anlatamama ya da karşısındakini değersizleştirerek üstün gelme çabası vardır. Psikolojik olarak, kişi iç dünyasındaki karmaşayı dışa vurmakta zorlandığında, “küçültme” ya da “aşağılama” yoluyla kendince bir üstünlük kurmaya çalışır.
Toplum olarak zaman zaman benzer “hakaret” biçimlerine göz yumar, üstelik alışkanlıkla karşılandığı bile olur. Sosyal medyada bir yorumun altındaki küçük düşürücü sözler, televizyon ekranlarında sözde “eğlence” unsuru olarak sunulan aşağılayıcı söylemler, politikacıların söylemleri zamanla “hakareti” normalleştirir, sıradanlaştırır…
***
“Hakaretin” oluşturduğu yıkımı yalnızca hukukla değil, kültürel/ toplumsal tabanda ele almak gerekir. Çünkü bir toplumda dil sertleştiğinde, yürekler de taşlaşır. Bugün sokakta, okulda, iş yerinde, trafikte, dijital alanlarda kullanılan her aşağılayıcı söz, yalnız anlık bir öfkenin değil, daha derin bir kültürel sorunun işaretidir. Politikacılara bakın; kullandıkları “dil” çirkinliği yaptırımlara da dönüştü! “Hakaret” içerikli açıklamalar, toplum içinde de yaygınlaşmaya/ toplumsal hoşgörü yok olmaya/ duygudaşlık unutulmaya başlandı!
Üzerinde önemle durulması gereken “hoşgörü/ duygudaşlık” gibi “insanı insan saydıran” kavramlarımız var! Eğitim, bu noktada en güçlü araçlardan biridir. Öğrencileri karanlık sınav sonuçlarıyla sıralara doldurmak değil, “hakaretin” yerine geçen onarıcı dili öğretmek; çocuklara, gençlere, yetişkinlere duygularını anlatmanın saygılı yollarını göstermek gerekirken başka yerlerdeyiz! Eğitimde, aile içi çatışmalarda, medya/ siyaset ayrışmasında verilen ödünler “hakaret” kavramını da yaşamdan saymaya başladı!
***
Sonuçta, “hakaret” bireyin yaşama bakışını, toplumun dokusunu örseler!Oysa “sözün” gücü yadsınamaz, doğru kullanıldığında yalnızca anlatmaz; onarır, bataklıkları verimli topraklara dönüştürür. Eğitimden siyasete, aileden medyaya uzanan her alanda “hakaretsiz” dili savunmak, saygıyı yeniden yaşamın harcını taşımak, birlikte yaşama bilincine ulaşmak; hem kişisel olgunluk hem de ortak yaşam için “hoşgörüyü/ duygudaşlığı” öne çıkaran bir erdemdir.
ADANA
1 gün önceADANA
1 gün önceADANA
1 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önce