12 Eylül 2025 Cuma
Devlet, parasız kaldığında çalacağı kapıyı çok iyi bilir: Vatandaşın cebini.
Bu gelenek yeni değil. Türkiye’nin siyasi iktidarları, ekonomik dar boğazlara düştüklerinde bordrolu yurttaşların maaşlarına göz dikmekte bir beis görmez. Üstelik her defasında bu kesintileri “tasarruf”, “yardımlaşma”, “gelecek güvencesi” gibi makyajlı kavramlarla süsleyerek yaparlar. Ama sonuç hep aynıdır: Vatandaşın cebinden çıkan para, bir daha ya hiç dönmez ya da kırıntısıyla döner.
Geçmişten Günümüze Uzanan Bir Kesinti Zinciri
1960’ta “Tasarruf Bonoları” adı altında başlayan süreç, devletin vatandaştan zorla borç almasının ilk örneğiydi. Maaşlardan %3 oranında kesinti yapıldı, karşılığında faiz vaat edildi. Ancak kısa sürede görüldü ki, enflasyonun altında ezilen getiriyle bu bonolar, dar gelirlinin elinde eriyip gitti.
1970’te ise sahneye “MEYAK” çıktı: Memur Yardımlaşma Kurumu. Kanunen kurulacağı ilan edilen bu kurum, asla kurulmadı ama kesintiler tam 12 yıl boyunca sürdü. Üstelik bu sürede toplanan paralar da, devletin ucuz finansman ihtiyacını karşılamak için kullanıldı. 1982’de hükümet MEYAK’tan tamamen vazgeçti ve 12 yıl boyunca kesilen paraları, gerçek enflasyon oranlarının çok altında, %60 faizle “iade” etmeye başladı. Komedi mi, trajedi mi siz karar verin.
Ardından “İYAK” gündeme geldi ama hayata geçemedi. Ancak devletin bu yöntemle “kaynak yaratma” hevesi dinmedi. 1987’de “Konut Edindirme Yardımı (KEY)” ve 1988’de “Zorunlu Tasarruf Fonu (TTF)” geldi. Her iki uygulama da, milyonlarca çalışanın maaşlarından kesilen paralara rağmen ya geri ödenmedi ya da ödemeler, hak sahiplerini tatmin etmekten çok uzaktı. KEY hâlâ tam olarak ödenmiş değil; devlet, kime ne borçlu olduğunu bile bilmiyor!
BES ve Şimdi de TES!
2000’li yıllarda Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) adı altında yeni bir yapı kuruldu. Amaç: Emeklilikte ek gelir sağlamak. Gerçekte ise devlet, doğrudan değil ama dolaylı yollarla yine vatandaşın cebindeki parayı sisteme çekti. Geri dönüş? Hâlâ net değil.
Şimdi ise yeni bir adım geliyor: Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES). 2024-2026 Orta Vadeli Program’da yer alan TES, Otomatik Katılım Sistemi (OKS)’ni genişleterek, işveren katkısı ile “ikinci basamak emeklilik sistemi” haline getirilecek. Kağıt üstünde kulağa hoş geliyor. Ama geçmişte yaşananlara bakınca, TES’in de vatandaştan zorla para toplayıp, sonra geri ödeme konusunda sınıfta kalmasından korkmak için yeterince sebep var.
Devletin Değil, Vatandaşın Tasarrufu!
Devletin her ekonomik krizde çözümü yurttaşın maaşında araması kabul edilebilir bir yaklaşım değil. Tasarruf yapacak olan devletin kendisidir. Kamuda israf sürerken, liyakatsizlik ekonominin damarlarını tıkamışken, yine vatandaşın maaşından kesinti yapmak, çözüm değil; kolaycılıktır.
TES, tıpkı MEYAK, KEY, TTF gibi bir gün “devletin borç defterinde unutulmuş” bir kalem haline gelirse, kaybeden yine emekçiler olacak. Daha kötüsü, bu sistemler yurttaşın devlete olan güvenini de kemiriyor.
Güven olmayan bir yerde ise ne tasarruf olur, ne de gelecek planı.
**
Şu belediye otobüsleri yok mu… İnsan ne film izlemeye, ne kitap okumaya gerek duyar. Bin otobüse, seyret insan manzaralarını. Genelde ben yolculuğu kestirerek — bizim Şeytan Metin’in tabiriyle — “gözlerimi dinlendirerek” geçiririm. Ama bazen öyle olaylar oluyor ki, göz kapakları kendiliğinden yay gibi açılıyor. Hani derler ya, “gözlerime inanamadım,” hah işte onlardan…
Geçen akşam iş çıkışı 125 numaralı otobüse bindim. Her zamanki gibi arka karşılıklı koltuklarda boş yer buldum. O da ne? Polis üniformalı yaşlı bir amca yine aynı yerde oturuyor. Daha önce de birkaç kez görmüştüm. Sanki koltuğu babasından miras kalmış gibi hep oraya kuruluyor. Ne kimseyle konuşur, ne de bir tebessüm… Milletin yüzüne Sherlock Holmes gibi bakar, sanki az sonra gözaltına alacak.
İçimden “Bu yaşta polis mi olunur be adam? Bizim yaşta olsa başvurumuzu bile almazlar, ama bu adam hâlâ görevde geziyor galiba,” diye söylendim. Hem zaten polislerin yıpranma payı var, erken emekli olurlar. Bu adam bizim gibi ihtiyarın teki… Ama sırf üniformayı giyiyor diye bakışları bile emir komuta zinciriyle geliyor.
Derken olay patladı!
Otobüs Kabaktepe durağında durdu. Arka kapı açıldı. İki gerçek polis bindi. Direkt bizim ‘emektar polis’ amcaya yöneldiler. Ellerinden tutup nazikçe ama kararlılıkla aşağıya aldılar. Meğer o üniforma, o “POLİS” yazısı, hepsi dekor… Adam polis falan değilmiş. Bildiğin eski banka emeklisiymiş. Ama gönlünde bir polis yatıyormuş. Hani kimisi bahçeye domates eker, kimisi kuş besler, bu amca da üniforma giyip halkın arasında devriye geziyormuş — hem de otobüste!
Arkasından otobüs sessizce kapıyı kapatıp yola devam etti. Camdan dışarı bakarken, adamın polis aracına bindirilişini izledim. İçimden de şöyle dedim:
“Yahu ihtiyar, değer mi? Bu yaşta böyle durumlara düşmek… Git evinde torunlarınla oyna, dedelik yap! Polislik senin neyine?”
Ama belli ki adam torun sevmek yerine siren sesi duymak istiyor…
Emekli olunca herkesin bir hayali olur. Kimi köye yerleşmek ister, kimi dünyayı gezmek… Bizimki üniforma giymek istemiş. Ama yanlış üniforma… Neyse, en azından doktor önlüğü giymemiş. Yoksa ameliyathaneye de dalabilirdi!