ÖMER ALPDOĞAN
Bir zamanlar Kurban Bayramı, sadece ibadetle değil, aynı zamanda sosyal yardımlaşmanın da zirveye çıktığı bir dönemdi. Kurban kesilir, et paylaşılır, derisi ise Türk Hava Kurumu’na ya da Kızılay’a bağışlanırdı. O deriler, ülkenin dört bir yanında eğitimden sağlığa, afet yardımından sosyal hizmetlere kadar pek çok alanda kullanılırdı. Bugün ise ne THK’nın sesi duyuluyor, ne de Kızılay’ın kamyonetleri sokaklarda. Çünkü artık sahada cemaatler var. Hem de devletten daha kudretli, piyasadan daha kârlı hale gelen cemaat holdingleri…
“Yeni Türkiye” dedikleri düzenin en dikkat çekici dönüşümlerinden biri de budur: Cemaatler, vakıf ve dernek kılığında kurban derisine göz dikti, sonra işin cazibesini kaybettiğini fark edince hedefi büyüttü. Artık hedefleri deri değil, doğrudan nakit. Vatandaşın cebinden çıkacak 15-20 bin liralık kurban bedeli, doğrudan banka hesabına havale ediliyor. Kimi SMS ile, kimi mobil uygulamayla “kurban ibadetini kolaylaştırıyor”. Böylece 70 liralık deriyle uğraşmak yerine, sıfır lojistik masrafla milyonlar dönüyor hesaplarda.
Eskiden mahalle aralarında kamyonet kamyonet dolaşır, “Kurban derinizi şu derneğe bağışlayın!” nidaları yankılanırdı. Cami dernekleri ile cemaatler arasında adeta bir “kurban derisi savaşı” yaşanırdı. Ancak zamanla işler değişti. Bu dernekler, o cemaate, bu tarikata bağlı holdinglere dönüştü. Devletin kaynakları, belediyelerin hibeleri ve kamu ihaleleri ile sermaye birikimi sağladılar. Sonra büyüdüler. Öyle büyüdüler ki Sabancı’dan, Koç’tan bile büyük bütçelere ulaştılar. Kimisi İngiltere’de yüz milyonlarca liraya binalar satın aldı, kimisi milyarlık miras kavgasını cami avlusuna taşıdı.
Ve kurban derisi… Artık kimsenin umurunda değil. Ne ekonomik bir değeri kaldı, ne de ideolojik. Çünkü yeni dönemin “kârlı ibadet modeli”, havale ve EFT ile yapılan kurban bağışları oldu. Düşünün; 15 bin lirayı bir tıkla almak mı kolay, yoksa 70 liralık deriyi toplamak, saklamak, kurutmak, satmak mı? Cevabı belli: Sermaye dini tanımaz, kâr nerede ise oraya yönelir.
Bugün geldiğimiz noktada; bir zamanlar “elli kuruşa muhtaç” denilen cemaatler, artık Karun gibi zengin. On binlerce çalışanı olan şirketler, iştirakler, yurtdışı ofisler, medya organları, lojistik ağlar… Hepsi birer modern dini holding. Ama değişmeyen tek şey şu: İdeolojik görünümün arkasına gizlenen büyük bir ekonomik düzendir bu. Ve her Kurban Bayramı’nda yeniden işler.
Deriyi çöpe atıyoruz, ama sistemi sorgulamıyoruz.
**
Bahçeli’nin 7 Yıl 9 ay önceki öngörüsü gerçek mi oluyor?
Siyasette öngörü sahibi olmak, sadece günü değil yarını da okuyabilmek büyük meziyettir. Bu meziyete sahip olan liderler, sadece partilerini değil, ülkelerinin gidişatını da şekillendirme kudretine sahip olurlar. Bu bağlamda, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 7 yıl 9 ay önce yaptığı bir sosyal medya paylaşımı, bugün yeniden gündeme oturmuş durumda.
Bahçeli, o tarihte Twitter hesabından şunları yazmıştı:
“Bölgemizde fitneye mihmandarlık yapan ABD, gelecekte kendi eyaletlerinde baş gösterebilecek bağımsızlık arayışına ne diyecektir?”
Bugün bu cümleleri tekrar okuduğumuzda, kelimelerin ötesinde bir derinlik, bir analiz gücü ve bir siyasi öngörü ile karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Zira ABD’de bazı eyaletlerde bağımsızlık tartışmaları artık marjinal grupların sesi olmaktan çıkıp, daha geniş kesimlerin gündemine girmeye başlamış durumda. Özellikle Texas, California gibi ekonomik ve demografik olarak güçlü eyaletlerde “ayrılma” fikirleri, sosyal medya kampanyalarından siyasi tartışma zeminine taşınıyor.
ABD’nin yıllardır başka ülkelerde ayrılıkçı hareketleri desteklediği, bu sayede sınırları değiştirmeye çalıştığı bilinen bir gerçek. Ancak Devlet Bahçeli, yıllar önce yaptığı bu paylaşımda, bu dış politika anlayışının bir gün ABD’nin kendi içini de tehdit edebileceğini söylemişti. Bu, sadece politik bir uyarı değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde sebep-sonuç zincirinin nasıl işlediğini gösteren bir örnektir.
Bahçeli’nin söz konusu paylaşımının alt metninde şunu da görebiliriz: Hiçbir ülke, başka milletlerin huzuruyla oynarken kendi içinde güvende kalacağını sanmasın. Tarih, bu tür yanlışlara düşenleri defalarca cezalandırmıştır. Bugün ABD, kendi içinde büyüyen ayrılıkçı eğilimlerle karşı karşıya kaldıkça, belki de bir zamanlar desteklediği hareketlerin ne denli tehlikeli olduğunu daha iyi anlayacaktır.
Peki, bu öngörü neden önemli? Çünkü siyaset, sadece mevcut sorunları çözmek değil, gelecekte doğabilecek krizleri de önceden görüp gerekli adımları atmaktır. Devlet Bahçeli’nin bu paylaşımı, Türkiye’de siyaset yapan herkes için bir örnek teşkil etmelidir. Eğer siyasi liderlerimiz bu denli stratejik düşünebilseydi, Türkiye bugün çok daha güçlü, çok daha istikrarlı bir konumda olabilirdi.
Sonuç olarak, siyaset tarihimize not düşülmesi gereken bu paylaşım, sadece bir sosyal medya mesajı değil; bir ülkenin geleceğini şekillendirebilecek derinlikte bir öngörüdür. Bahçeli’nin bu sözleri, zamanın ve olayların süzgecinden geçtikten sonra haklılığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Keşke herkes, siyaset yaparken sadece bugünü değil, yarını da düşünebilse…
**
Mevlüt Abi’nin Not Defteri
Bayram burnumuzdan geldi!
Bu bayram da geldi geçti ama ben hâlâ bahçeye çıkınca burun deliğimi arıyorum. Ağız tadıyla bir bayram yapamadım gitti. Yaşlandık tabii, itiraf edeyim, artık ne tansiyonum eski tansiyon, ne şekerim bildiğin şeker… Hatta geçen sağlık ocağında hemşire “Mevlüt Abi senin tansiyonun düşecek yer bulamamış, zemine inmiş” dedi. Ama bakın, ona karşın burnum var ya hâlâ çalışıyor… Keşke çalışmasaymış!
Çünkü bu bayram çöp konteynerlerinin yanına sıralanan kurban derileri, yol kenarına bırakılan et parçaları, dereye atılan kemikler sağ olsun, Adana’nın temizlik durumunu belediyelerden değil köpek ve kedilerden öğrendik. Hangisi nereye gitmişse, orada bir şey var demektir. Burnum, ağzımdan öne geçti bu bayram. Bahçeye çıkayım, oturayım dedim, güya kurban etiyle sucuk yapıp eşe-dosta tattırayım dedim. Ama ne mümkün! Kokudan çamaşır ipine asılacak hale geldim.
Bizim Hüseyin Ağa var, emekli postacı, evi de benim çaprazda. Bir ara baktım balkonda çifte maskeyle oturuyor. Yani öyle böyle değil, biri cerrahi maske, üstüne bir de n95 mi ne, artık hangi devlet kurumu verdiyse. Yanında eşi Emine Hanım oturuyor ama maskeye bile güvenmeyip burnuna çamaşır mandalı takmış. Dedim “Hayırdır, yeniden mi salgın çıktı?”
Dedi ki:
“Mevlüt Abi keşke yeniden korona çıksa, o zaman en azından Sağlık Bakanı çıkıp ne yapacağımızı anlatıyordu. Şimdi anlatan yok, sadece kokan var.”
Vallahi yalan yok, o an bir iç geçirip ben de bizim Adana’nın geleneksel içkisi olan boğmaya sarıldım. İçip burnumu uyuştururum belki dedim. Zaten başka çare de yok. Boğma hem kokuyu kesiyor, hem de etrafı flulaştırıyor, dünya biraz daha yaşanır hale geliyor.
Bu kokunun içinde bayramlaşmak da zor. Eskiden bizde gelenekti, kurban eti götürür, kolonya sürer, şeker uzatırdık. Şimdi kimse kimseye yaklaşamıyor, herkesin elinde bir dezenfektan, cebinde bir maske, burnunda bir mandal… Sanki kurban bayramı değil, kötü kokulara karşı düzenlenmiş bir tatbikat!
Belediye desen, her yıl olduğu gibi bu yıl da olaylara karşı seyirci koltuğunda. Bir tane ekip göndermemişler mahalleye. Sanırsın belediye değil, Netflix dizisi; sadece izletiyor, müdahale etmiyor.
Yani sevgili dostlar, bu bayram ne ağız tadı kaldı, ne de burun ferahlığı. Eskiden bayramda ev ev gezerdik, şimdi kokudan apartman boşluğuna bile giremiyoruz. Allah nasip ederse, gelecek bayram için planım hazır: Ya yaylaya çıkacağım ya da oksijen tüpüyle gezeceğim.
Mevlüt Abi’den size tavsiye: Kurbanı keserken sadece eti değil, çevreyi de düşünün. Yoksa bir gün herkes mandallı yaşamak zorunda kalır…
ADANA
6 saat önceADANA
8 saat önceGÜNDEM
1 gün önceADANA
1 gün önceADANA
1 gün önceADANA
2 gün önceADANA
2 gün önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.