Bir Zamanlar Ülkü Devi Sandıklarımız

Bir Zamanlar Ülkü Devi Sandıklarımız

ABONE OL
1 Temmuz 2025 15:23
Bir Zamanlar Ülkü Devi Sandıklarımız
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ÖMER ALPDOĞAN

Bir Zamanlar Ülkü Devi Sandıklarımız

Bir zamanlar öyle isimler vardı ki, gözümüzde birer efsaneydi.Onlar konuştuğunda susar, onlar işaret ettiğinde harekete geçerdik.Onların ardından yürümek, adeta kutsal bir görevdi bizler için. “Ülkü devi” derdik onlara. Söylediklerini tartışmak değil, uygulamak gerekirdi.Onlar dava adamıydı, onlar her şeyden önce “ülke” diyordu. En azından öyle sanmıştık…

Yıllar geçti. Hayatın tozu dumanı dağıldıkça, gerçekler bir bir su yüzüne çıktı.Meğer o “Ülkü devleri”, zamanın puslu aynasında büyüttüğümüz birer silüetten ibaretmiş.Meğer birçoğu kendi çocuklarını yurtdışına yollarken, bizim çocuklarımıza “sırt sırta verin, komünistlere karşı savaşa gidin” diyormuş.Bizim yiğitler toprağa düşerken, onların evlatları Avrupa’nın güvenli kampüslerinde hayatın tadını çıkarıyormuş.Hatta bazılarının çocuklarına Türkiye’ye tatile gelmeyi bile yasakladıklarını çok sonra öğrendik.

Bir de baktık ki, o “baba”ların yurtdışına kaçırdığı çocuklar, yıllar sonra babalarının mirasını devralmış gibi “ülkücülük” adına siyasete atılmış. Yüzleri hep ekranlarda, ağızlarında “dava”, “ülkü”, “millet” kelimeleri… Oy isterken öyle destanlar anlatıyorlar ki, sanırsınız Alparslan’ın Malazgirt’teki sancağını taşımışlar.Ama o koltuğu görünce değişen yüzleri, güç karşısında eğilen omurgaları görmemek mümkün değil.

Hatırlıyorum, 70’li 80’li yıllarda bir koltuk için parti parti gezen, sabah başka partiye, akşam başka çizgiye selam duranlar vardı. Onlara o zamanlar “fırıldak” diyorduk, ama bugün bazılarını görsek rahmet bile okur hale geldik.

Geçtiğimiz günlerde Meclis’te bir isim gözüme çarptı.Bir zamanlar babası, bizim mahalle çocuklarına “vurun yiğitler, temizleyin şu ülkeyi” diye talimatlar yağdıran o adamın oğlu, şimdi bambaşka bir siyasi partide, bambaşka bir çizgide oturuyordu. Ne diyeyim… O an, bir zamanlar o insanları “ülkü devi” sandığım için kendime kızdım. Gençliğimin saf inançlarını istismar edenleri düşündüm. Ve o an bir kez daha anladım ki; fikirde dev gibi görünmek kolaydır, asıl zorluk o fikrin hakkını hayat boyu verebilmektedir.

Bugün bize “ülkü” dersi verenlerin geçmişine, kime ne öğüt verdiğine, kendi evladını nereye yolladığına iyi bakmamız gerek.Zira gerçek ülkücülük, yalnızca söylemde değil, yaşam biçiminde dürüst olmaktır.

Artık dev sandıklarımızı yeniden tartmanın ve belki de asıl devlerin sessizce toprağa düşen isimsiz kahramanlar olduğunu anımsatmanın zamanıdır.

 

**

Talat Paşa’nın Huzuruna: Samimi Bir Ziyaret mi, Siyasi Bir Hamle mi?

Geçtiğimiz günlerde İyi Parti Genel Başkanı Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun Berlin’deki Talat Paşa’nın mezarına yaptığı ziyaret, siyasetin gündemine oturdu. Bir yanda, DEM Partili bir milletvekilinin Osmanlı’nın son dönemine damgasını vurmuş, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin öncü isimlerinden Talat Paşa’ya yönelik sert ifadeleri; diğer yanda, bu açıklamalara verilen siyasi tepkiler zinciri…

Talat Paşa, tarihimizin tartışmalı, bir o kadar da trajik figürlerinden biri. Viyana’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmiş bir devlet adamı.Elbette onu sevmek ya da sevmemek herkesin kendi ideolojik bakış açısına bağlı.Ancak bir gerçek var ki, Talat Paşa bu ülkenin tarihinin bir parçasıdır ve hakkında yapılan her siyasi yorum, tarihsel sorumluluk bilinciyle ele alınmalıdır.

DEM Partili milletvekili densizin Talat Paşa hakkında kullandığı ifadeler kabul edilemez. Siyasi rekabet ya da farklılık, geçmişin isimlerine hakaretle ifade edilemez.Bu tür açıklamaları reddetmek, sadece siyasi değil, insani bir tavırdır.Ancak asıl dikkat çeken nokta bu ifadeler sonrası oluşan siyasi reflekslerdi.

İyi Parti cephesinden gelen tepkiler, tabana yönelik bir refleks miydi, yoksa içten bir tarihi sahiplenme örneği mi?Dervişoğlu’nun Talat Paşa’nın gömütünü ziyaret etmesi elbette takdir edilebilir. Fakat kamuoyunun merak ettiği şu: Bu ziyaret, DEM Partili vekilin açıklamaları olmasaydı da yapılacak mıydı?

Daha açık sormak gerekirse: Sayın Dervişoğlu, genel başkanlık koltuğuna oturduğundan bu yana kaç kez Talat Paşa’nın gömütünü ziyaret etti? Bu ziyaret, geçmişteki benzer girişimlerin devamı mı, yoksa günü kurtarmaya yönelik ani bir siyasi manevra mı?

Ziyaret için elbette teşekkür edilir.Ancak bu tür sembolik adımlar, ancak içtenlik taşıdığında anlam kazanır.Aksi takdirde, tarihin önemli figürleri güncel siyasetin geçici malzemesi haline gelir.Bu da ne Talat Paşa’ya, ne de bu topraklarda yaşamış herhangi bir tarihî şahsiyete saygıyla bağdaşır.

İyi Parti’nin özellikle son dönemlerde milliyetçi tabana mesaj vermek amacıyla attığı adımlar, bazen bu gibi sembolik hareketlere dayanıyor. Her olayın ardından “milli duruş” sergilemek güzel, fakat bunun samimiyeti sorgulanır hale gelirse, siyasetin güvenilirliği zedelenir.

Talat Paşa’nın gömütü, siyasi puan toplanacak bir kürsü değil; tarihimize saygının sessizce gösterileceği bir mekândır. Umarız ki bundan sonra her siyasi lider, tarihî şahsiyetlere yalnızca kriz anlarında değil, bilinçli ve süreklilik arz eden bir anlayışla yaklaşır.

 

**

Mevlüt Abinin Not Defteri..

“Çerez Parasıyla Çay İçilir, İmza Değil!”

Geçenlerde Adana’nın kırsal bir merkez ilçesinde, bildiğiniz kahvehanelerden birine oturup çayımı yudumlarken, arka masada dönen muhabbet kulaklarımı değil, resmen sinir sistemimi dürttü. Hani insan istemeden kulak misafiri olur ya… E bu sefer gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, ben isteyerek kulak kesildim.Ne yapayım, dedikodunun aroması çaydan baskın geliyordu.

Masada dört okeyci, iki de yancı… Ama okey değil, mevzu imardı.Meğer bir vatandaşımız, hayırlı bir iş için belediyeye gitmiş, “Şu dosyaya bir imza atıver” demiş.Sonrasında da “insanlık hali, bir şeyler yesin, içsin” diye bir kebapçıya götürmüş, kebabı afiyelte götürmeyew haılrlanırken 20 bin liracığı da sıkıştırmış.

Ama nafile! İmza memuru, önce dürümü sonra meblağı hor görmüş. “20 bin lira ne ulan, bu çerez parası! Benimle dalga mı geçiyorsun?” diye masadan kalkmış, arkasına bile bakmadan restorandan Formula 1 pilotu edasıyla uzaklaşmış. Geriye ne kalmış derseniz: Elinde kebapla kala kalan vatandaş ve cebinde “çerezlik” 20 bin lira.

Sonra araya eş, dost, bacanak, enişte, muhtar, kasap girmiş… Durum tatlıya bağlanmış ama vatandaşa hayli tuzluya patlamış. Zira sinirlenip “ben bu dosyaya imza atmam” diyen memur, inadını bozmaya ikna olunca… eeh iki daire parasına imzayı şak diye atıvermiş!

Şimdi burada bir duralım… Sormazlar mı adama: Bu imza, Belediye Fantastik Birlikleri tarafından mı onaylanıyor? Yoksa parmağında Thanos yüzüğü mü var da, vurdu mu ev yapısı açılıyor, yeşil alan villa oluyor?

İşin kötüsü bu konuşmalar sadece bir kahvehanede değil, beş-on kilometre ötedeki başka bir kahvehanede de dillerdeydi. Demek ki olay sadece “çerez parası” değil, “paket servis” olmuş… Herkesin haberi var.

E dedikodu bir yere kadar, iş ayyuka çıkarsa işler çığrından çıkar. Benden söylemesi, o ilçenin başkanı Mevlüt abisini dinlesin.Şu imar dosyalarını elden geçirsin. Yoksa bir sabah uyandığında “imzalar atılmış, balkonlar beşinci kattan sarkmış” haberleriyle uyanabilir.

Atalarımız boşuna dememiş: “Şuyuu aslından beter…” (Gerçi atalarımız böyle bir şey dememiş olabilir ama burada cuk oturdu.)

Kısacası, bu işin şakası yok. “Piston patladı, eleman beni yaktı” türküsünü çay ocaklarında değil, belediye koridorlarında söylemeye başlarsak… O zaman çerez parası da kurtarmaz, çay da!

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP