Adana’da son günlerde bir sessizlik konuşuyor. O sessizliğin içinde yanan bir çığlık var: Adalet. CHP Adana İl Örgütü, görevden alınan ve tutuklanan belediye başkanları Zeydan Karalar, Oya Tekin ve Kadir Aydar için Büyükşehir Belediyesi önünde adalet nöbeti başlattı. Bu, sadece bir eylem değil; bir vicdan çağrısı, bir hak arayışı, bir isyan fısıltısı.
Kolay değil… Seçtiğin insanların bir gecede görevden alındığını görmek. Oyunun, iradene atılan kelepçeye dönüşmesini izlemek. Adana bunu yaşadı. Ve belki de Türkiye’de bir ilki başardı: Sessiz ama dirençli, kalabalık olmayan ama güçlü bir duruş sergiledi. Herkesin konuştuğu ama kimsenin üzerine gitmediği adalet meselesi, ilk kez bir şehir meydanına bu kadar açık bir şekilde taşındı.
Ancak orada, o meydanda bir eksiklik var. Dikkatli bakan gözler hemen fark ediyor: Her nöbette aynı yüzler var. Her afişte aynı eller, aynı omuzlar, aynı gözler.
Bir gün “Seyhan İlçe Örgütü” deniliyor, ertesi gün “Yüreğir”… Ama nöbetteki insanlar değişmiyor. Aynı isimler, farklı pankartlarla poz veriyor. O güzelim fikir, o vicdan çağrısı, bu görüntüyle sarsılıyor. Eylem, inandırıcılığını yitiriyor; nöbet, bir rutine dönüşüyor.
Oysa biz bu nöbetin içtenliğine inanmak istiyoruz. Gerçekten o meydanda halkın olduğunu, sesini çıkaranların yalnızca partililer değil, adaletsizlikten yorulmuş her kesimden insan olduğunu görmek istiyoruz. Çünkü bu sadece belediye başkanlarının meselesi değil. Bu, “benim oyum niye sayılmıyor?” diyen bir halkın meselesi. Bu, “yarın benim de kapımı çalar mı bu adaletsizlik?” diye endişelenen herkesin meselesi.
Bu nöbetler, geniş katılımla, farklı yüzlerle ve sürekli bir canlılıkla desteklenirse; kamuoyunda çok daha fazla karşılık bulabilir. Farklı ilçelerden, mahallelerden, gençlik ve kadın kollarından, emekli üyelerden geniş bir yelpaze oluşturulabilirdi. O zaman “herkesin nöbeti” olurdu bu eylem.
Buradan CHP Adana İl Örgütü’ne bir not düşmek isterim: Eylemler, görselliğin ve iletişimin bu kadar önemli olduğu bir çağda, sadece iyi niyetle değil, iyi planlamayla da kazanılır.
**
Mevlüt Abinin Not Defteri:
Mavi-Lacivert’ten Üsküp 1911’in Mustafa Kemal’e selamına
Beni bilen bilir, damarımı kessen mavi-lacivert akar. Evet, o kadar net! Adana Demirspor benim namusum, şerefim, bazen hayatın bana verdiği tek teselli. Ankara’da öğrenci olduğum zamanlar, İstanbul’da iş güç peşinde koştuğum yıllar… Hangi ilin takımının deplasmanı varsa, oraya “gitmezsem içim rahat etmez” modundaydım. Hatta o kadar hastaydım ki bu işin, Van’a bile “yakın il” diye bakardım. Van’ı “yakın il” yapmak ayrı bir hastalık evet, ama anlarım beni.
Ankara’da otururken, Adana Demirspor deplasmanı varsa, o şehirde hava almak, kahve içmek falan hikaye, ben o deplasmana gömülürdüm. İstanbul’da olsam İstanbul’un Demirspor’unu izlemek için toprak sahaların yolunu tutardım. Ege’ye yolum düşerse, “Neden olmasın?” diye Kütahyaspor maçlarına bile giderdim. Tabii sadece forması mavi-lacivert diye… Ne diyeyim, sevda böyle bi şey işte.
Ama zaman ilerliyor, ben hâlâ Adana Demirspor’u seviyorum ama yüreğim büyüdü. Artık Traktör takımına da gönül verdim. Tebriz’de ateş gibi yanıyorlar, mazallah onların maçları heyecan patlaması! Ama asıl kalbimi çalan var: Üsküp 1911.
Neden mi? Düşünün, Türkiye’de bazı statlarda Atatürk’ün adı silinmeye çalışılırken, Üsküp 1911’in yeni tesislerine Mustafa Kemal Atatürk adını vermesi… Bu adamlar gerçek cesur yürekler! Bir yanda Atatürk’ü “stadın isminden çıkaralım” diyenler, öbür yanda Üsküp’te “Mustafa Kemal Atatürk’ün adı ebediyen yaşasın” diyenler. Hangisi daha hoş? Tabii ki Üsküp’ün çocukları.
Şimdi arada bir düşünüyorum; acaba Üsküp 1911 futbolcuları maç öncesi soyunma odasında Atatürk resmi önünde mi dua ediyor? Yoksa maç öncesi taktik toplantısında “Komutanım, bugün rakibimizi ezeceğiz” falan mı diyorlar? Bilmiyorum, ama ben onların takımını seviyorum. Çünkü “Adana Demirspor’dan sonra, kalbimde yer açtım” dedim. Sizce fazla mı mı?
Yine de Adana Demirspor’un yerini kimse dolduramaz. O benim mavi-lacivertli ilacım. Damarlarımdaki renk, kalbimdeki ateş. Deplasmanlarda anılarım, kahkahalarım, hatta bazen ağladıklarım bile onunla ilgili.
Bir de şunu söylemeden geçemem: Deplasman dedin mi, ben gidip orada yediğim midye dolmanın, içtiğim çayın tadını unutmam. Hele hele takım mağlup olsa bile, “Sen sen ol, Demirspor taraftarı, kahveni iç, maçtan sonra rakını yudumla” derim. Çünkü sevda böyle bir şeydir; bazen gözlerin dolu dolu, bazen kahkahalarla dolu.
ADANA
1 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceGÜNDEM
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
4 gün önce