29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında Anıtkabir’de düzenlenen törene ve sonrasında yapılan resepsiyona MHP’den hiçbir ismin katılmaması, siyaset kulislerinde büyük yankı uyandırdı. Bu durum, bazı gazeteciler ve yorumcular tarafından “Cumhur İttifakı’nda çatlak” olarak değerlendirildi.
Peki, gerçekten öyle mi?
Bana göre ortada bir “ayrılık” ya da “kopuş” değil, daha çok bir konum alma durumu var.
Unutmayalım ki AK Parti ve MHP iki ayrı siyasi parti. Her birinin kendi tabanı, öncelikleri, politik yaklaşımları ve hassasiyetleri var. Zaman zaman bu farklılıkların dışa yansıması son derece doğal.
Evet, MHP’nin Anıtkabir törenine ve Cumhuriyet resepsiyonuna katılmaması dikkat çekici bir tavır. Bu tavır, elbette bir mesaj içeriyor. Ancak bu mesaj, ittifakın sonu anlamına gelmiyor.
AK Parti bu mesajı nasıl okuyacak, birkaç gün içinde göreceğiz.
MHP ve lideri Devlet Bahçeli, bir süredir özellikle CHP’li belediye başkanları hakkında hazırlanmayan iddianameler konusunda rahatsızlıklarını açıkça dile getiriyor.
Bahçeli defalarca, “Suçu varsa cezalandırılsın, yoksa serbest bırakılsın” diyerek yargı sürecinin uzamasından duyduğu hoşnutsuzluğu ifade etti.
Özellikle Ekrem İmamoğlu dosyasında iddianamenin beklenen tarihlerde açıklanmaması, MHP cephesinde “neden” sorusunu daha yüksek sesle sordurdu.
Bir diğer başlık ise Bahçeli’nin uzun süredir üzerinde durduğu “Terörsüz Türkiye” hedefi.
MHP, AK Parti’nin bu konuda “ağır” davrandığını düşünüyor. Bu eleştirinin altı dolu:
Selahattin Demirtaş’ın tahliyesine yönelik yargı sürecinin uzaması ve bu konuda hükümetin net bir adım atmaması da MHP’nin eleştirilerinin merkezinde. Bahçeli, 11 Eylül’de yaptığı bir açıklamada “Yeni bir paralel yapı oluşumu var mı, bunu sorgulamak gerekir” diyerek yargı içindeki olası aksamalara dikkat çekmişti.
Tüm bu gelişmeler, dışarıdan bakıldığında bir “çatlak” görüntüsü verse de aslında fikir ayrılığı sınırlarında kalıyor.
MHP, ittifak içinde pozisyonunu ve önceliklerini yeniden hatırlatıyor; AK Parti’den ise bu mesajı doğru okuması bekleniyor.
Sonuçta Cumhur İttifakı, bugüne kadar pek çok kriz atlattı. Bu defaki de muhtemelen kısa sürede aşılacak bir gerilimdir.
Önümüzdeki günlerde Erdoğan ve Bahçeli’nin yeniden bir araya gelip bu konuları masaya yatırması bekleniyor.
Nasıl bir çözüm yolu bulunacağını çok değil, birkaç gün içinde göreceğiz.
Ancak şunu söylemek mümkün:
Bu yaşananlar bir “çatlak” değil, bir konum hatırlatmasıdır.
**
Son yıllarda Türkiye’de akademik çalışmaların giderek siyasetin etkisi altına girdiğini üzülerek izliyoruz. Bilimsel tarafsızlığın, eleştirel düşüncenin ve evrensel akademik etiğin yerini, zaman zaman “siyasete selam duran” içerikler almaya başladı. Akademinin asli görevi, gündemin rüzgârına kapılmadan, hakikati aramak olmalıydı. Ancak ne yazık ki, kimi dergiler ve fakülteler bu ilkeyi unutmuş görünüyor.
Bu durumun son örneği, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne gönderilen bir e-postayla ortaya çıktı. Bayburt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi’nin yayın organı olan BAYÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2026 Mayıs sayısını “Gazze/Filistin” temasıyla özel sayı olarak yayımlayacağını duyurdu.
E-postada, bu özel sayıda yer alacak konu başlıkları da detaylı şekilde listelenmişti: “Filistin Sorununun Tarihi”, “İsrail’in Gazze Ablukası”, “İnsan Hakları İhlalleri”, “Kadın ve Çocuk Hakları Açısından Gazze” gibi başlıklar…
Elbette Gazze’de yaşanan insanlık dramına dikkat çekmek değerlidir, insani bir sorumluluktur. Ancak sorun, akademik bir derginin konuyu nasıl ve hangi niyetle ele aldığı noktasında ortaya çıkıyor. Akademinin görevi, siyasal tavır almak değil; olguları bilimsel mesafeyle, tarafsızlıkla analiz etmektir. Fakat görünen o ki, bu özel sayı bir bilimsel çalışmadan ziyade bir “siyasi selam” mahiyetinde.
Bayburt Üniversitesi’nin bu özel sayı için diğer üniversitelere çağrı yapması da düşündürücü. Anlaşılan, “Gazze temalı” akademik makale bulmakta zorlanacaklarını biliyorlar. Çünkü bu tür temalar, bilimsel meraktan çok politik eğilimlerle şekilleniyor. Akademisyenler, siyasetin gündemine paralel konulara yönlendiriliyor.
Peki, aynı duyarlılığı başka dramlar için gösterdiler mi?
Mesela Çin’in baskısı altındaki Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleri için özel bir sayı yayımlandı mı? Türkmeneli’nde, Suriye’de, Yemen’de yaşanan trajediler için?
Yanıtı biliyoruz: Hayır, yayımlanmadı. Çünkü o bölgelerde “selam çakılacak” bir siyasetçi, “gönderme yapılacak” bir iç politika malzemesi yok.
Akademi, siyasetçilerin rüzgârına göre yön değiştirdiğinde, bilimin itibarı zedelenir. Bilim, kimsenin sloganını taşımamalı; gerçeklerin sözcüsü olmalıdır.
Gazze’de yaşananlar da, Doğu Türkistan’daki sessizlik de, Afrika’daki açlık da insanlığın ortak meselesidir. Akademinin görevi, tüm bu acılara eşit mesafeden, ideolojisiz bir mercekten bakabilmektir.
Aksi halde, üniversiteler düşüncenin değil, siyasetin yankı odalarına dönüşür.
Ve o zaman artık bilim değil, sadece “politik doğruların” metinleri üretilir.
ADANA
38 dakika önceADANA
3 saat önceGÜNDEM
20 saat önceADANA
22 saat önceADANA
1 gün önceADANA
2 gün önceADANA
2 gün önce