ÖMER ALPDOĞAN
CHP Aile Partisi Olmamalı
Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin siyasal tarihinde sadece bir parti değil, aynı zamanda bir umut, bir demokrasi mücadelesi, bir halk hareketidir. Bugün, siyasal iktidar karşısında geniş halk kesimlerinin gözü kulağı hâlâ CHP’dedir. Ancak ne yazık ki, partinin bazı bölgelerde sergilediği kadro tercihleri, kamuoyunda rahatsız edici bir algının pekişmesine neden oluyor: CHP bir “aile partisine” mi dönüşüyor?
Geçmişte bu algının en görünür örneklerinden biri Öztrak ailesiydi. Atatürk’ün vefatından sonra başlayan İsmet İnönü dönemiyle birlikte CHP içinde Öztrak ailesi adeta “ikinci adam” konumuna yerleşmişti. Bu etki, babadan oğula, deden toruna yıllarca süregeldi. Ta ki, Özgür Özel’in genel başkanlığına kadar… Özel, bu hanedan düzenini sona erdirerek önemli bir eşiği aşmıştı. Ancak şimdi, benzer görüntüler başka illerde karşımıza çıkıyor.
Adana’nın Ceyhan ilçesi buna çarpıcı bir örnek. Belediye Başkanı Kadir Aydar, CHP Ceyhan İlçe Başkanı kardeşi Caner Aydar, belediye başkanvekilliği için adı geçen Sevil Aydar Yıldız ise amcaoğlunun kızı. Yani Ceyhan’da halkın gözünde CHP eşittir Aydar ailesi olmuş durumda. Partiye emek veren binlerce kişi varken, tüm karar ve görevlerin bu ailenin etrafında dönmesi, halkta haklı bir tepki yaratıyor.
Seyhan’da da benzeri bir manzara var. İlçe Başkanı Ramazan Atikaslan’ın kızı Duygu Atikaslan Ayçe, Seyhan Belediye Meclis Üyesi. Şimdi ise başkanvekilliği için adı geçiyor. Eğer bu gerçekleşirse, Seyhan CHP de, belediyesi de “baba-kız” tarafından yönetiliyor olacak. Bu, liyakatten çok akrabalık ilişkilerinin öne çıktığı bir tabloyu ortaya koyuyor ki, bu durum yalnızca partilileri değil, seçmeni de derinden rahatsız ediyor.
Bu örnekler çoğaldıkça, CHP’nin kamuoyunda “kadrolaşma” sıkıntısı yaşadığı ve fırsat eşitliği yerine akrabalık bağlarının önceliklendirildiği yönündeki algı daha da kuvvetleniyor. Oysa CHP, bu ülkenin kurucu partisidir. İktidar alternatifi olarak görülmekte, umudun temsilcisi konumunda bulunmaktadır. Hal böyleyken, dar aile çevrelerinden oluşan yönetim kadroları, bu büyük vizyonla çelişmektedir.
Parti içinde görevlendirmeler, akrabalık bağı değil liyakat, emek ve temsil yeteneği üzerinden yapılmalıdır. Aksi takdirde CHP, bugünün değil, geçmişin alışkanlıklarıyla yoluna devam eden bir yapı olarak kalır. Seçmeni heyecanlandıracak, yeni yüzlerin önünü açacak bir siyaset anlayışı bu kısır döngüyü kırmalıdır.
CHP üst yönetimi artık bu tabloyu görmeli ve yerel kadrolarda aile görüntüsü yaratacak atamalara son vermelidir. Aksi takdirde sadece oy kaybı değil, tarihsel bir misyon da zedelenmiş olur.
**
Hayvan Dostu Peygamberin, Hayvan Düşmanı Ümmeti Olmak
Yaz aylarıyla birlikte belediyeler hummalı bir çalışmaya girişti. Saimbeyli Belediyesi de temizlik, yol bakım ve çevre düzenlemeleriyle ilçeyi daha yaşanabilir hale getirmek için çaba gösteriyor. Bu anlamda Belediye Başkanı Mahmut Dal ve tüm belediye çalışanlarını kutlamak gerekir. Emeklerinin farkındayız, takdir de ediyoruz.
Ama iş burada bitmiyor. Ne yazık ki bir teşekkürle geçiştiremeyeceğimiz, içimize sinmeyen başka bir durum var: İlçede sokak köpeklerinin toplanması meselesi. Evet, yine Başkan Mahmut Dal’ın talimatıyla belediye ekipleri sokak köpeklerini toplamaya devam ediyormuş. Bu uygulama beni olduğu kadar pek çok Saimbeyliliyi de derinden rahatsız ediyor.
Köpeklerden, kedilerden ne kötülük gördük? Bu canlılar bizden ne istediler ki şimdi biz, onların doğup büyüdüğü, soluk aldığı sokakları onlara zindan ediyoruz? Onların yerini yabani domuzlar, yılanlar, sıçanlar mı alsın istiyoruz?
Saimbeyli gibi doğanın tam kalbinde bir ilçede yaşıyorsak, bu doğanın sadece bize değil; kedilere, köpeklere, kuşlara, tüm canlılara ait olduğunu unutmamamız gerekir. Zira doğa bir dengedir. Bu dengeyle oynadığınızda, döngü sizi mutlaka bulur. Kediler gittiğinde fareler basar evleri. Köpekler yok olduğunda yabani hayvanlar alır onların yerini.
Hayvanlarla bir arada yaşamak, doğayla uyum içinde olmanın ilk adımıdır. Onlarla savaşmak değil, onların yanında durmaktır insani olan. Hele ki kendisini “hayvan dostu bir peygamberin ümmeti” olarak gören bir toplum için bu durum daha da büyük bir çelişkidir.
Bir kedi, Hz. Muhammed’in cübbesinde uyuyor diye onu rahatsız etmemek adına cübbesinin ucunu kesen bir peygamberin izinden gittiğimizi söyleyip, sonra kedileri, köpekleri sokaklardan süpürmek nasıl bir vicdandır? Hangi inanca, hangi insaniyet duygusuna sığar bu?
Belediyecilik sadece asfalt dökmek, çöp toplamakla olmaz. Aynı zamanda vicdanla, merhametle, doğayla uyum içinde çalışmayı da gerektirir. Saimbeyli’yi daha güzel bir yer yapmanın yolu, sadece yolları genişletmek değil; birlikte yaşadığımız canlılara alan açmaktan geçer.
Unutmayalım: Şehirlerimizi hayvanlardan arındırdığımızda, aslında kendi insanlığımızdan da bir şeyleri eksiltmiş oluruz.
**
Mevlüt Abinin Not Defteri
“Hepsi Masum, Hepimiz Suçluyuz!”
Şu adliye haberlerini okuyorum da bazen hakikaten kafam karışıyor. Cuma günü Adana’da, Büyükşehir Belediyesi Özel Kalem Müdürü Samet Güdük’ün makamında öldürülmesiyle ilgili ilk duruşma yapılmış. Katil zanlısı mahkemede çıkmış demiş ki:
“Öldürme kastım yoktu… Korkutmak istemiştim… Pişmanım… Tahliyemi talep ediyorum.”
Yahu ne güzel memleketmişiz biz!
Birini vuruyorsun, sonra diyorsun ki “korkutacaktım aslında.”
Herhalde, “böyle korkutma mı olur” diye insanın ödü kopuyor gerçekten.
Şimdi ben soruyorum, madem öldürmek istemiyordun, neden kurşunu kalbe doğru değil de havaya doğru sıkmadın? Ama yok, bizde hep aynı hikâye:
Cinayet var ama kast yok.
Uyuşturucu var ama kullanıcıyım sadece.
Yakalanmışsın poşetle, diyorsun ki “bir arkadaşın emaneti.”
Arkadaş da meçhul tabii, adı bile yok.
Bazen düşünüyorum da bizim hapishaneler dolu dolu ama içeride kimse suçlu değil.
Hep “masumların toplanma kampı” gibi olmuş.
İçeri giren herkes “kandırılmış”, “kurban olmuş”, “yanlış anlaşılmış”.
Vallahi insan okuyunca kendinden şüphe ediyor:
“Acaba suçlu olan ben miyim de dışarıdayım?”
Bir keresinde bir haber okumuştum, adam adamı vurmuş, sonra da demiş ki:
“Ben vurmadım, tabanca kendi kendine patladı.”
Biz de inandık! Tabancalar kendi kendine geziyor zaten, sıkılıyorlar, “hadi bir patlayayım” diyorlar.
Uyuşturucu işlerinde de hep aynı senaryo:
“Ben sadece içiyorum, satmıyorum.”
Poşetle eroin yakalanmışsın, ne içiyorsun acaba, apartmanı mı?
Yani her dava bir acayip. Hepsinin ortak özelliği:
Kimse suçunu kabul etmiyor.
Hepsi sütten çıkmış ak kaşık, hepsi gökten inmiş melek.
Hakimler şaşkın, savcılar yorgun, avukatlar maşallah Oscar’lık.
“Pişmanım” diyor adam, sanki özür dilemesiyle hayat geri gelecek.
Bir de tahliye istiyor…
Tabii canım, verelim evinin anahtarını da, otur rahat et!
Diyeceğim o ki:
Bizim mahkemelerden çıkanlar değil, söyledikleri daha çok akıllarda kalıyor.
Bir gün gerçekten “ben yaptım, suçluyum” diyen biri çıkarsa, eminim salondaki herkes gözyaşlarına boğulur.
Çünkü o kadar alışmışız ki herkesin masum olduğuna…
“Gerçek bir suçluya” hasret kaldık!
ADANA
4 saat önceADANA
6 saat önceGÜNDEM
23 saat önceADANA
1 gün önceADANA
1 gün önceADANA
2 gün önceADANA
2 gün önce