Cumhuriyet Bayramını Gazze’ye bağlamak!

Cumhuriyet Bayramını Gazze’ye bağlamak!

ABONE OL
1 Kasım 2025 08:09
Cumhuriyet Bayramını Gazze’ye bağlamak!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

29 Ekim…
Cumhuriyetimizin ilan edildiği, Türk ulusunun yeniden doğduğu, bu topraklarda özgürlüğün ve yurttaşlığın ilan edildiği gün.
Yüz iki yıldır, bu büyük günü bayram olarak kutluyoruz.

Eskiden — “eski Türkiye” diyorlar ya — Cumhuriyet Bayramı, Türk ulusunun ortak değeri, ortak sevinciydi. Herkes kendi mahallesinde, okulunda, meydanında aynı gururla kutlardı. Bayraklar asılır, marşlar söylenir, çocukların gözlerinde o ışığı görürdük.

Ama “yeni Türkiye” denilen bu dönemde bir tuhaflık başladı. Cumhuriyet Bayramı’nı Türk ulusuna özgü bir bayram olmaktan çıkarmak isteyen bir anlayış yavaş yavaş öne çıkıyor.
Son yıllarda görüyoruz:
Kimisi Cumhuriyet Bayramı mesajını, dönüp dolaştırıp Filistin’e, Gazze’ye bağlıyor.
Kimisi Cumhuriyet Bayramı etkinliği diye yardım kermesi düzenliyor — üstelik bunu Cumhuriyet kutlamasıymış gibi sunuyor.

Elbette Gazze’de yaşanan acılar hepimizin yüreğini yakıyor. İnsanlık dramı, vicdanı olan herkesi üzer. Ama Cumhuriyet Bayramı başka bir şeydir. O gün, Türk milletinin kendi geleceğini eline aldığı gündür. O gün, ulusal egemenliğin simgesidir.

Cumhuriyet Bayramı, Gazze’ye, Kudüs’e, başka bir ülkeye bağlanmaz.
Bu bayram, Türk ulusunun bayramıdır.

Gazze’ye yardım etmek isteyen elbette etsin, kermes de düzenlesin, dua da etsin; ama Cumhuriyet’in bayramını karıştırmasın.
Çünkü 29 Ekim, bizim bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün, eşit yurttaşlığımızın simgesidir.

Eski Türkiye’de olduğu gibi, yeni Türkiye’de de bu bayram Türk’ün bayramı olarak kutlanmalı.
Cumhuriyet, Türk ulusunun en büyük eseridir — ve o esere gölge düşürmemek, hepimizin görevidir.

 

**

Erhürman’ın Saptamaları

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde, Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Tufan Erhürman ipi göğüsledi.
Ancak seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, Türkiye’de bazı medya organlarında ve sosyal medyada ilginç bir kampanya başladı.
Bu kampanyalara göre Erhürman, “KKTC’yi Rumlara peşkeş çekecek”, “Güney Kıbrıs’la federasyon kuracak”tı.

Oysa Erhürman’ın seçim zaferinden sonra yaptığı açıklamalar, bu saldırıların nedenini de açıkça gösteriyordu.
Çünkü Türkiye’de Erhürman’a yöneltilen eleştirilerin ortak bir noktası vardı: Atatürk karşıtlığı.

Erhürman, Mustafa Kemal Atatürk’e duyduğu minnettarlığı her fırsatta dile getiren bir siyasetçi.
Ve belli ki bu tavrı, bazı çevrelerin hiç hoşuna gitmiyor.
Erhürman’ın şu sözleri aslında her şeyi anlatıyor:

“Atatürk olmasaydı hepimiz olmazdık, Ecevit olmasaydı biz asla olmazdık.”

Bu söz, sadece bir tarih hatırlatması değil; aynı zamanda bir duruş ifadesi.
Kıbrıs Türk halkının kimliğini, özgürlüğünü ve varoluşunu hangi temellere dayandırdığını anlatan bir duruş.

Erhürman, seçim sonrasında yaptığı açıklamada da çizgisini net biçimde ortaya koydu:

“Kıbrıs Türk halkı tarih boyunca dimdik ayakta durmuştur.
Bu topraklarda özgürce nefes alabiliyorsak, bunu Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık anlayışına ve Bülent Ecevit’in cesaretine borçluyuz.”

Bu sözler, Kıbrıs Türkü’nün hangi değerlere yaslandığını anlatıyor.
Ama aynı zamanda, bugün neden hedef alındığını da…

Erhürman’ın durduğu yer belli:
Bağımsızlık, laiklik, demokrasi ve Atatürkçü çizgi.
Kıbrıs’ta bazı çevrelerin rahatsız olduğu tam da bu duruş.

Bugün Türkiye’de ve Kıbrıs’ta birileri hâlâ Atatürk’ün mirasından, Ecevit’in cesaretinden rahatsız oluyorsa, Erhürman’ın sözleri onların aynası olmuştur.
Ve bu aynaya bakan, kendi durduğu yeri çok net görür.

 

**

 

 

Mevlüt Abinin Not Defteri

Simit Sektörüne Giriş 101

Eskiden biri işsiz kalınca hemen klasik cümleyi yapıştırırdı:
“Olmazsa simit satar, geçinirim abi…”

Ama o zamanlar bu laflar sadece lafta kalırdı. Simit satanı göremezdik, hep “satarım” kısmında kalırdık, “satma” kısmına hiç geçilmezdi.
Ben de derdim ki: “Yahu kardeşim, lafla simit satılsa, millet tok olurdu zaten!”

Ama son zamanlarda işler değişti.
Simit satmak yeni moda oldu!
Resmen “Simit 4.0 devrimi” başladı!

Eskiden plaza çalışanıydık, şimdi “sokak ekonomisi danışmanıyız.”
Asgari ücretle sekiz saat ter dökmektense, “tezgahımı koyarım, çayımı içerim, keyfime bakarım” modundayız.

Geçenlerde bizim Nuri kardeşi gördüm.
Bir zamanlar fabrikanın en çalışkan elemanıydı; şimdi tezgahın arkasında, güneş gözlüğüyle “Simit & Ayran CEO’su” olmuş.
İstifa dilekçesini müdürün suratına fırlatıp, “Ben artık kendi patronumum” demiş.
Hemen belediyeden ruhsatını almış, seyyar esnaf odasına kaydolmuş, tezgahı da kentin göbeğine yerleştirmiş.
Kısacası: Fabrika tozundan kurtulmuş, simit susamına terfi etmiş!

Bir gün dedim, “Şu şehirde bir dolaşayım.”
Aman Allah’ım! On metrede bir simit tezgahı…
Simit Festivali’ne döndürmüşler caddeyi.
Hem hijyen desen hijyen; simitler cam fanusun içinde, neredeyse maskeli dolaşacaklar.
Bazısı işi ilerletmiş, “Simit Menüleri” çıkarmış:
Sade simit, kaşarlı simit, yanına ayran mı şalgam mı istersin?
POS cihazı bile var! Apple Pay’den simit alıyorsun artık.

Dayanamadım, bir dostun tezgahına yanaştım.
Dedim, “Hayırlı olsun, bir simit bir ayran ver.”
Kasada fiş bile verdi adam!
Toplam 55 lira… Dedim “Bu simit altın tozu mu kaplı kardeşim?”
O da dedi:
“Mevlüt abi, sen anlamazsın bu işten. Eskiden kahvede çalışıyordum, ayda 19 bin anca kazanıyordum. Şimdi her gün 3 bin ciro yapıyorum. Yakında beş tezgahlık ‘Simit Holding’ kuracağım.”

Sonra bana döndü, ciddi ciddi,
“Gel abi, sana da bir tezgah açalım. Mevlüt Simitleri! Paraya para demezsin!” dedi.

Bir an düşündüm…
Haklı olabilir mi?
Belki de geleceğin yatırım aracı gerçekten simit!

Borsada düşer, simitte yükselirsin.
Kim bilir, yakında “Mevlüt’s Bagels” tabelası altında beni de görebilirsiniz.
Yanında ayran değil de, soğuk kahve satarım belki, zira vizyon şart!

 

**

Cumartesi Öyküsü:

Yazarlıktan koçluğa geçtim

Ne kadar koçluk varsa topladım!
Yaşam, ilişki, kariyer, bolluk, bereket, nefes…
Sonunda “evde kalmışlar için özgüven koçluğu” bile çıktı, onu da alayım dedim, tam takım oldum.

Eskiden Mine olarak, yazardım.
Aşkı yazardım, tutkuyu yazardım, adamları tanır, sonra da roman kahramanı yapardım.
Ama bir süre sonra “deneyimlemek için birlikte olma” işi sanatsal olmaktan çıktı, yorucu hale geldi.
Aşk da bayatladı, yazı da.
“Ben ne yapacağım şimdi?” diye sabah kahvemi içerken düşündüm.
Kafamda yalnız bir kuş tünemiş gibiydi: Kukumav Mine.

Derken, mucize gerçekleşti.
Sosyal medya ve yapay zekâ el ele verip beni kurtarmaya karar verdiler.
Bir gün Facebook ablam bana, sanki yıllardır içimi okurmuş gibi, “Yaşam Koçu Ol! Kendi Potansiyelini Keşfet!” diye bir reklam fırlattı.
Ardından Instagram kuzenim bastırdı: “Koç ol, enerjini yükselt, ay döngüsüne göre yaşa!”
LinkedIn bile “Profesyonel Koç Olmanın 5 Yolu” diye bildirime girdi.
Ben de dedim ki, madem bu kadar evren çalışıyor, ben de bir ucundan tutayım.

Tıkladım.
İki video izledim, bir test çözdüm, sonra hop!
E-posta kutuma “Tebrikler! Artık Yaşam Koçusunuz!” belgesi düştü.
Bir baktım PDF’si bile şatafatlı — imzalı, damgalı, çerçeveye layık.
Dedim ki: “Mine, sonunda diplomasız kalmadığın bir meslek buldun!”

Bir hafta içinde durmadım.
İlişki koçluğu, kariyer koçluğu, bolluk bereket koçluğu, çocukla iletişim koçluğu…
Sonunda kendime beş sertifika yaptım; beşi de ayrı klasörde, duvarda da bir köşede.
Evin dekoru tamamlandı.

İlk seanslarımı arkadaşlara yaptım.
Birine “Sen içindeki çocuğu sev,” dedim; öbürüne “Negatif enerjini evrene salma.”
Çok işe yaradı, en azından ben öyle dedim.
Zaten kimse sonuç sormuyordu, “Harikasın Mine!” demeleri yetiyordu.

Bir süre sonra belediyeden çağırdılar.
“Kadınlara motivasyon konuşması yapar mısın?”
Tabii dedim. Mikrofonu kaptım, sahnede üç kez “Evren sizi duyar!” dedim, alkış koptu.
Bir dernek, bir parti, bir sendika…
Hepsi “koçluk seansı” istiyor.
Benim için artık haftada üç workshop, iki meditasyon, bir “öz sevgiyle sabah kahvesi” günü rutine bağladı.

Yazarlığı bıraktım mı?
Hayır.
Artık roman yazmıyorum, insanların hikâyelerine not düşüyorum.
Sosyal medyada “Koç Mine ile Dönüşüm Sohbetleri” adlı canlı yayınlarım bile var.
Geçen gün biri “Hocam, sizce ben kimim?” diye sordu.
Ben de “Evrenin yanıtı sensin,” dedim.
Ne dediğimi ben de anlamadım ama bin beğeni geldi.

Şimdi Cumartesi sabahları kahvemi alıp kendi kendime diyorum:

“Mine, iyi ki yazarlığı bırakıp koç oldun.
En azından artık herkes kendi romanının kahramanı, sen de editörüsün!”

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.