İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, her fırsatta MHP ve Bahçeli’yi hedef alıyor. Ancak geçmişteki siyasi tutumlar, bugün dile getirdiği sert sözlerle ne kadar örtüşüyor?
Siyaset, hafızası zayıf olanlar için kolay bir sahne. Unutursun, dün söylediğini inkâr eder, bugün söylediğini “yeni bir duruş” diye pazarlarsın. Fakat toplumun hafızası, özellikle de yakın siyasi geçmişi bilenlerin hafızası, öyle kolay silinmiyor.
İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun son dönemdeki çıkışları tam da bu noktada ciddi bir samimiyet sınavına tabi.
Genel başkanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana, Dervişoğlu’nun siyasetinin odağında neredeyse tek bir konu var: Devlet Bahçeli ve MHP.
Cumhur İttifakı’nın politikalarından çok, Bahçeli’nin sözleriyle uğraşan bir Dervişoğlu portresi çiziliyor. Hele “Terörsüz Türkiye” başlıklı çalışmalar başladıktan sonra, sanki ülkenin başka derdi kalmamış gibi, neredeyse her konuşmasını MHP eleştirisine ayırıyor.
Son olarak, “Bahçeli ve MHP varken Apo’ya gerek yok” sözüyle bu gerilimi iyice tırmandırdı.
Peki, Müsavat Bey’in bu kadar yüksek sesle dillendirdiği “terör karşıtı” duruşu, geçmişteki tutumlarıyla ne kadar örtüşüyor?
Biraz hafızamızı tazeleyelim.
2019 yerel seçimlerini hatırlayalım. İyi Parti o dönemde İstanbul, Ankara, Adana, Antalya, İzmir, Hatay gibi büyükşehirlerde aday çıkarmadı.
“AK Parti’ye kaybettireceğiz” açıklamaları yapan PKK yöneticilerinin “CHP’ye oy verin” çağrısıyla paralel bir tutum benimsendi.
O dönem İyi Parti’nin genel başkan yardımcısı olan Müsavat Dervişoğlu, bu konuda herhangi bir itiraz dile getirdi mi? Hayır.
“Biz kendi adayımızla çıkalım, kimseyle ittifak yapmayalım” dedi mi? O da hayır.
Yani o zaman suskundu. Bugünse aynı noktada “terör işbirliği” suçlamalarıyla siyaset yapıyor.
Üstelik bu sadece 2019’la sınırlı değil.
Hatırlayalım, Meral Akşener’in Selahattin Demirtaş’a kahvaltı önerisi yaptığı günlerde de Müsavat Dervişoğlu sessizdi.
O zaman da “bu yanlış, terörle arasına mesafe koymayan biriyle kahvaltı olmaz” demedi.
Ama bugün, aynı partinin genel başkanı olarak, “Bizim PKK’yla hiçbir işimiz olmadı” diyor.
Oysa siyasette bazen susmak, açık destekten bile daha güçlü bir mesajdır.
O gün susan, bugün bağırıyorsa; o sesin arkasında samimiyet değil, pozisyon vardır.
Bugün “terörle mücadele” üzerinden MHP’ye yüklenmek kolay.
Ama dürüstlük gereği, önce kendi geçmişinle yüzleşmek gerekir.
Dervişoğlu’nun geçmişte sessiz kaldığı ittifakları, bugün siyasi silah haline getirmesi, “samimi eleştiri” değil, “fırsat siyaseti”dir.
Bu yüzden Dervişoğlu, Bahçeli’ye ya da Cumhur İttifakı’na dönüp “Siz varken Apo’ya gerek yok” dediğinde, kendi partisine dönüp şu soruyu da sormalı:
“Biz, kimlerle aynı adaylara oy verdik?”
O sorunun cevabını içtenlikle verebildiği gün, siyasetteki eleştirileri de inandırıcı olur.
Son Söz:
Siyasette samimiyet, sadece karşı tarafa bakmakla değil, aynaya bakmakla başlar.
Müsavat Dervişoğlu’nun bugün eleştirdiği birçok şeyin altında, dün sessizce onay verdiği politikaların gölgesi duruyor.
**
Bilinçli Türk anasından çocuklarına Türk adları
Türkiye’de sıkça dile getiriyoruz:
Eğer bir toplumun kimliğini ve benliğini korumak istiyorsak, işe önce dilden ve adlardan başlamalıyız.
Çünkü bir ulusun çözülüşü, sessizce başlar — adlarla, sözcüklerle, alışkanlıklarla…
Bir ulusunbelleğiadlarda saklıdır.
Bugün sokakta duyduğumuz adların çoğu, Arapça ya da Farsça kökenlidir.
Elbette kimsenin inancına ya da tercihlerine sözümüz yok.
Ama bir ulusun kendi köklerinden uzaklaşması, başka dillerin ve kültürlerin adlarıyla kuşaklar boyu yaşamaya başlaması, zamanla o toplumu başka bir kimliğe dönüştürür.
Tarihte bunun örnekleri çoktur:
Çinlileşen hanedanlar, Slavlaşan Bulgarlar, Ermenileşen Kıpçaklar, Araplaşan Türkmen aşiretleri…
Hepsinin ortak noktası, önce dilini ve adlarını kaybetmiş olmalarıdır.
Bir Anne, Bir Bilinç: Eşe Nazlı
Ama ne mutlu ki, bu topraklarda hâlâ bilinçli Türk kadınları var.
Ulusun geleceğini, çocuklarının adlarında yaşatan anneler…
İşte o annelerden biri de Denizlili Eşe Nazlı.
Eşe Nazlı, on iki evladına da Türk adları vermiş.
Yalnızca ad değil, birer kimlik, birer tarih, birer bilinç bırakmış.
Bakın şu güzelliğe:
Oğuzhan, İlbilge, Selenge Senem, Aybike Halime, Hazercan Neşe,
Ramazan Kürşat, Alperen Koray, Kurtcebe Noyan, Alper Tunga,
Aybars Pusat, Subutay Noyan, Börübars Sancar.
Bu adlar yalnızca güzel değil, bir destanın yankısı gibi…
Her biri Orhun Yazıtları’ndan, Dede Korkut’tan, bozkırdan, Alplerin onurundan izler taşıyor.
Her biri, “Biz buradayız, Türküz” diyor.
Ad, Kimliktir
Bir çocuğa konulan isim, yalnızca bir ses değil, bir yön tayinidir.
Çocuğun kulağına fısıldanan ilk kelime, geleceğine atılan ilk tohumdur.
O yüzden “Türkçe ad koymak” sadece bir tercih değil, bir bilinç eylemidir.
Bu ülkede hâlâ Eşe Nazlı gibi analar oldukça, Türkçe konuşan, Türkçe düşünen, Türkçe hisseden bir nesil var demektir.
O yüzden gönülden diyorum:
Gönülden kutluyorum seni, Eşe Nazlı!
Senin gibi annelerin sayısı artsın ki, bu topraklarda Türk adları, Türk diliyle birlikte yaşasın.
Son Söz
Ulus olmak, soyla değil, dille ve bilinçle mümkündür.
Dilini, adını, benliğini koruyan toplumlar kaybolmaz.
Unutmayalım:
Bir ulusun ruhu, çocuklarına verdiği isimlerde yaşar.
“Bir ulus, dilini ve adını koruyabildiği sürece yaşar.”
ADANA
Az önceGÜNDEM
15 saat önceADANA
17 saat önceADANA
19 saat önceADANA
2 gün önceADANA
2 gün önceADANA
2 gün önce