Bazı insanlar vardır ki, ömürleri yalnızca kendilerine ait değildir. Onların yaşamı, bir millete, bir davaya, bir idealle bütünleşir. İşte Ganire Paşayeva, böyle bir insandı. O, yalnızca Azerbaycan’ın değil, bütün Türk dünyasının kızıdır.
Paşayeva’nın sesini ilk duyduğunuzda bile fark edilirdi içindeki ateş. O ateş, bir halkın, bir tarihin, bir kültürün özünden beslenirdi. Her konuşmasında, “Türklük için yaşamak, Türkçe için yaşamak, Türk dünyası için nefes almak” diyordu adeta. Onun için bu dava bir tercih değil, bir kaderdi.
Paşayeva’nın sık sık dile getirdiği bir söz vardı: “Türk dünyasının kalbi birdir, yeter ki o kalbi diri tutalım.” İşte bu inançla çalıştı, bu inançla haykırdı. Her gittiği yerde Türk gençlerine moral verdi, Türk kadınlarına güç aşıladı, Türk büyüklerine ise minnet ve vefa gösterdi.
Onun gözünde Türk dünyasının sınırları haritalarla çizilmezdi; gönüllerle çizilirdi. Kazak bozkırlarından Anadolu yaylalarına, Kafkas dağlarından Kerkük’e kadar her bir Türk yurdunu kendi evi gibi görürdü. Bu yüzden milyonlarca yürekte iz bıraktı.
Sadece siyasette değil, insani duruşunda da cesur bir insandı. Zor zamanlarda bile susmadı, haksızlığa boyun eğmedi. Türk milletinin onurunu, kadınların cesaretini ve gençlerin hayallerini hep savundu. Onun için “Asil Türk Asenası” tanımı tesadüf değildi; o gerçekten de Türk’ün mitolojiden gelen o güçlü kadın sembolünü modern çağda yaşatan biriydi.
Onu kaybedeli iki yıl oldu. Ama bugün, her zamankinden daha fazla hissediyoruz ki Paşayeva aramızda yaşamaya devam ediyor. Çünkü o, ardında yalnızca anılar değil, bir dava, bir yol, bir umut bıraktı.
Bizler için asıl mesele, onun açtığı bu yolu devam ettirebilmek. Türk birliği için, Türk kültürü için, Türk gençliği için çalışmaya devam etmek… Çünkü Paşayeva’nın hayali, güçlü ve birleşmiş bir Türk dünyasıydı.
Bugün bizlere düşen, o hayali gerçekleştirmektir.
Ganire Paşayeva, adı geçtiğinde gözlerimiz dolar ama aynı zamanda göğsümüz kabarır. Çünkü böyle bir kadının bu millete hizmet etmiş olması, hepimiz için bir gururdur.
Huzur içinde uyu güzel insan. Cesur yürekli Türk Asenası…
Seni unutmayacağız.
Senin sevdan, senin ideallerin sonsuza kadar Türk milletinin gönlünde yaşayacak.
**
Kafka çok haklıydı
“Seçim diye bir şey yoktur. Çünkü siz onları seçmiyorsunuz, onlar kendilerini size seçtiriyorlar.”
Bu söz Franz Kafka’ya ait. Belki de yüz yıl öncesinden bugünü gören bir cümle bu. Ne zaman seçim atmosferine girsek, bu sözü hatırlamamak mümkün değil.
Hani bize hep “demokrasi” diye anlatılan, “milli irade”yle süslenen o büyük vaat var ya… Sandığa gidince halkın iradesiyle ülke yönetilecek sanıyoruz. Oysa yaşımız, tecrübemiz ve hafızamız bize şunu öğretti: Biz sadece önümüze konan seçenekler arasında tercih yapıyoruz. Seçmek dediğimiz şey, aslında başkalarının seçtiklerini onaylamaktan ibaret.
Yıllardır süren bu düzenin öznesi hep aynı: Parti genel başkanları. Listeleri onlar yapıyor, adayları onlar belirliyor, sıralamaları onlar diziyor. Bize düşen sadece, o listedeki bir harfi, bir rakamı işaretlemek. O kadar. Listeye kimin, neden, hangi liyakatle girdiğini bilmiyoruz. Bazen o isimleri ilk kez oy pusulasında görüyoruz.
Bir dönem “ön seçim” diye bir şey vardı. En azından vitrin öyleydi. Sonra o da kalktı. Yerine “temayül yoklaması” diye bir kavram icat edildi. Delegelerle, üyelerle yapılan göstermelik oylamalar. Ama sandıklar daha açılmadan Ankara’ya taşınıyor. Neticeler, hiç açıklanmayan anketler gibi. Sonra bir sabah, il il liste listesi açıklanıyor. Alt alta dizilmiş isimler… Ve o isimlerin arkasında dönen büyük pazarlıklar, hesaplar, sadakat testleri.
Bir zamanlar halka hizmet için siyaset yapanlar vardı, şimdi genel başkana sadakatle görev bekleyen kadrolar var. Seçmen ise “onaylayan yurttaş” rolüne sıkıştırılmış durumda.
Kafka, hayatı boyunca bürokrasinin içindeki adaletsizliği, insanın makineleşmesini ve sistemin kişiliği nasıl yok ettiğini yazdı. Belki de bu yüzden bugünü bu kadar iyi tarif etti. Çünkü mesele yalnızca bizim seçtiğimizi sanmamız değil; aslında bizden saklanan süreçlerin, manipüle edilen tercihlerin sonucunda şekillenen bir sahneye figüran olarak çağrılmamız.
Seçim sandığının bir anlamı olacaksa, o sandığa giden yolun da şeffaf, adil ve katılımcı olması gerekiyor. Aksi halde, sadece şekli bir demokrasiye inandırılıyoruz.
Ve belki de bu yüzden Kafka çok haklıydı. Seçim yok. Sadece bize seçim izlenimi veren bir gösteri var.
**
Mevlüt Abinin Not Defteri
Işte Seçim Stratejim
Şimdi diyelim ki siyasete girmeye karar verdin.
Normal şartlarda ne yaparsın?
Taktik bellidir:
Önce bir reklam ajansı tutulur, “vizyon” kelimesi 57 defa kullanılır, ardından bir tanıtım videosu çekilir — tercihen arka fonda Toroslar, ön planda sen, elinde çocuk, omzunda yorgunluk ama gözlerinde umut…
Ama gel gör ki ben Adana’da yaşıyorum.
Yani benim bu numaraları yapma şansım yok.
Komşum beni sabah pijamayla çöpe çıkarken görüyor.
Bakkal Hasan abi 3 gündür veresiye yazıyor.
Mahallenin çocukları “Mevlüt abi sen hâlâ bu sokakta mısın?” diyecek kadar alışık bana.
E şimdi ben bu insanlara nasıl “Yarın büyük vizyon açıklıyoruz” diyeyim?
Ama moral bozmaya gerek yok!
Ben de buna göre yerli ve milli bir seçim stratejisi geliştirdim:
Ama en büyük avantajım şu:
Ben seçmeni tanımıyorum diye anket yaptırmam.
Ben zaten o seçmenle her gün tavla oynuyorum!
İşte böyle dostlar…
Adana’da yaşayıp siyaset yapacaksan, havadan değil yerden konuşacaksın.
Kameraya değil göze bakacaksın.
Milletin yanında değil, içinde olacaksın.
Çünkü burada siyasetçinin CV’si değil, mahallenin sicil defteri konuşur.
ADANA
1 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceGÜNDEM
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
3 gün önceADANA
4 gün önce