Şenlik Bahane, Çıkar Şahane!

Şenlik Bahane, Çıkar Şahane!

ABONE OL
2 Temmuz 2025 14:16
Şenlik Bahane, Çıkar Şahane!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ÖMER ALPDOĞAN

Şenlik Bahane, Çıkar Şahane!

Geçtiğimiz hafta sonu Adana’da bir grup Yörük-Türkmen derneği, Adana Büyükşehir Belediyesi ve bazı ilçe belediyelerinin desteğiyle 21. Yörük Türkmen Şenliği düzenledi. Davullar çaldı, çadırlar kuruldu, keşkekler dağıtıldı, protokol konuşmaları yapıldı. Ne var ki bu “21. şenlik” henüz bitmeden, aynı isimle bir başka “21. Yörük Türkmen Şenliği” daha ilan edildi: 11 Mayıs’ta, yine Adana’da. Yani aynı şehirde, aynı ayda, aynı isimle iki ayrı “21.” şenlik!
İşin trajikomik tarafı şu: Her iki şenliği de düzenleyenler kendilerini “Yörük Türkmenlerin gerçek temsilcisi” olarak tanımlıyor. Ancak birlikte bir şenlik düzenlemekten bile aciz olan bu yapılar, aynı çadırı paylaşmak şöyle dursun, birbirlerine selam vermemeye bile yeminli gibiler. Oysa bu derneklerin tamamı “kültürel birlik” iddiasıyla kurulmuştu. Bugün ise karşımızda kültürü değil, çıkarı önceleyen, siyasetin gölgesine sığınmış bir görüntü var.
Birinci şenlik, Adana Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle gerçekleştiği için doğal olarak CHP ağırlıklıydı. İkinci şenlik ise 11 Mayıs’ta Cumhur İttifakı’nın ağırlığının hissedileceği bir organizasyon olarak tanıtılıyor. Yani mesele Yörük-Türkmen kültürünü yaşatmak değil; mesele, kim daha fazla protokol ağırladı, kim sahnede daha uzun konuştu, kimin çadırı daha kalabalıktı yarışı.
Yörük kültürü bin yıllık bir gelenek, devlete sadakatle bağlı ama siyasete angaje olmamış bir halk yapısıdır. Bugün ise sözde bu kültürü temsil eden yapıların çoğu, hangi belediyeden kaç çuval un, kaç stant, kaç afiş kopardığını dert ediyor. Kültür ise; meydanda bağıran mikrofonların gürültüsünde boğuluyor.
Üzücü olan sadece şenliklerin siyasallaşması değil, aynı zamanda bu organizasyonların giderek birer “çıkar vitrini”ne dönüşmesidir. Dernekler, adeta yerel siyasetle pazarlık yapan taşeron firmalar gibi çalışıyor. Şenlikler artık kültürün değil, temsil iddiasının arkasındaki ekonomik ve siyasi hesapların arenası haline gelmiş durumda.
Şunu açıkça söylemek gerekiyor: Adana’da yaşanan bu “ikili şenlik” hadisesi, sadece bir kültürel etkinliğin değil, aynı zamanda bu ülkedeki sivil toplumun ne denli yozlaştığının da göstergesidir. Aynı adla, aynı içerikle iki farklı siyasi şenlik yapılması bir utançtır. Ve bu durum, sadece o şenlikleri düzenleyenlerin değil, buna göz yuman tüm yetkililerin de sorumluluğudur.
Yörük-Türkmen kültürü, siyasetin propaganda sahası değil; ortak bir mirastır. Bu mirasın üzerine belediye logosu basmakla, dernek afişi yapıştırmakla temsilcilik elde edilmez. O mirası yaşatmak, öncelikle samimiyet ister. Bugün eksik olan da tam olarak budur.
Son söz: Keşkek kazanının başında hangi siyasiler konuşursa konuşsun, halk artık bu “ikili oyunun” farkında. Ve sormaya başladı: Gerçek şenlik nerede? Gerçek temsilci kim? Yoksa hepsi sadece düdüğü çalanın oynattığı bir figür mü?
**
Karen Fogg’un Çocukları: Etnik Dernekler Üzerinden Milliyetçilik Manipülasyonu
Türkiye’de son otuz yılda ciddi biçimde yaygınlaşan bir sivil toplum dalgası var: Etnik kimlik odaklı dernekler. Yörük-Türkmen, Afşar, Tahtacı, Zaza, Laz, Kürt, Çerkez, hatta mezhebi aidiyetleri bile etnik bir forma dönüştürmeye çalışan Alevi dernekleri… Hepsi bir kimlik inşası etrafında örgütleniyor. İlk bakışta yerli ve milli bir kültürel uyanış gibi görünse de bu derneklerin büyük kısmı aslında Avrupa Birliği projelerinin ürünüdür. Bu derneklerin izini sürdüğümüzde, karşımıza 1990’lı yıllarda Türkiye’deki AB sürecinin en tartışmalı aktörlerinden biri çıkıyor: Karen Fogg.
Karen Fogg ve Etnik Mozaik Projesi
Karen Fogg, 1990’ların sonunda Türkiye’deki Avrupa Birliği Delegasyonu’nun başındaydı. Görevi süresince, Türkiye’yi AB’ye yaklaştırmak kadar, Türkiye içinde “çoğulcu kimliklerin” güçlendirilmesini hedefleyen çok sayıda projeye imza attı. Bu projelerin temel amacı, ulus-devlet anlayışını gevşetmek, merkezi yapıyı çözmek ve etnik-mezhebi kimlikleri daha görünür hale getirmekti.
Fogg’un teşvikiyle onlarca “etnik temelli” dernek kuruldu, fonlandı ve uluslararası sivil toplum haritalarına yerleştirildi. O dönem bu girişimlere karşı çıkan bazı milli çevreler, bu derneklerin yöneticilerine “Karen Fogg’un çocukları” demekteydi. Bugün bu tanımlamanın ne kadar yerinde olduğu daha açık biçimde anlaşılıyor.
Milliyetçilik Maskesiyle Sahne Alanlar
Son yıllarda dikkat çeken gelişme ise, bu derneklerin bir kısmının “Türk milliyetçisi” maskesiyle sahneye çıkması. Yörük-Türkmen ya da Afşar kimliği etrafında sözde milliyetçi söylemler üreten bazı yapılar, aslında etnik alt kimliği Türk üst kimliğinin önüne geçirerek, parçalı bir milliyetçilik anlayışını yaygınlaştırıyor. Bu durum, Türk milliyetçiliğinin birleştirici, bütüncül yapısını zedeliyor ve etnikleşmiş, mezhepleşmiş bir “kabile milliyetçiliği”ne dönüşmesine neden oluyor.
Üstelik bu yapılar zamanla kendi içlerinde bile bölünüyor. Dernek içinde “gerçek Türkmen kim?” tartışmaları, liderlik çatışmaları ve çıkar kavgaları yaşanıyor. Bu da gösteriyor ki amaç birlik değil, böl-parçala-yönet mantığıyla kurgulanmış yapılar. Bir başka ifadeyle, dış güdümlü yapılar içten içe Türk milliyetçiliğini aşındırıyor.
Farkında Olmadan Hedefe Hizmet
Birçok iyi niyetli insan bu derneklere katılıyor, kültürünü yaşatmak istiyor. Ancak farkında olmadan AB’nin çok katmanlı kimlik inşası politikasına hizmet ediyor. Avrupa’da hiçbir devlet kendi içinde bu kadar mikro kimlik üzerinden örgütlenmeyi teşvik etmezken, Türkiye’de bu yapıların fonlanması ve övülmesi bir çelişki değil midir?
Bu derneklerin amacı kültür yaşatmak değil, kültürü siyasi bir kimliğe dönüştürerek Türk kimliğinin içini boşaltmak. “Biz de Türk’üz ama Afşarız, Yörüğüz, Tahtacıyız” gibi ifadelerle başlayan cümleler zamanla “biz aslında Türk değiliz, kendimize has bir halkız” çizgisine evriliyor. Tam da Karen Fogg’un planladığı gibi…
Sonuç: Maskelerin Düşmesi Gerekiyor
Milliyetçilik, üst kimliktir. Alt kimlikleri inkâr etmez ama onların üstünde, birleştirici bir zemin kurar. Bugün milliyetçi geçinen bazı yapılar, bu zemini dinamitleyen, bölünmeyi normalleştiren, dış bağlantılı projelerle iç içe geçmiş durumda. Halk, bu maskeli yapıları görmeli ve gerçek milliyetçiliği, çıkar gruplarının değil milletin sesi yapan anlayışı yeniden inşa etmelidir.
Karen Fogg’un başlattığı proje bugün hâlâ sürüyor. Ama artık bu oyunun figüranları değil, karşısında duran gerçek aktörleri olma zamanı.
**
Dervişoğlu kendi ayağına sıktı
İyi Parti’de sular durulmuyor. Müsavat Dervişoğlu’nun genel başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte, parti yeni bir yön çizme arayışına girdi. Ancak bu yön arayışının ilk büyük adımı, kamuoyunda büyük tartışmalar doğurdu. Zafer Partisi’nin bazı eski kadrolarının İyi Parti’ye katılması, siyasi literatürde “transfer” olarak sunulsa da, aslında bunun bir başarı mı yoksa stratejik bir hata mı olduğu sorusu gündeme oturdu.
Özellikle Zafer Partisi’nin tarzı ve söylemleriyle özdeşleşmiş isimlerin “büyük katılım” olarak lanse edilmesi, İyi Parti tabanında beklenenin çok ötesinde bir huzursuzluk yarattı. Bu katılımların, parti içindeki Türk milliyetçisi ve merkez sağcı unsurlar tarafından adeta “ihanet” gibi algılandığı açık. Çünkü bir yanda, geçmişte açıkça eleştirilen ve dışlayıcı dil kullanan bir çizgiyle özdeşleşmiş kadrolar; diğer yanda, merkez siyaseti savunan bir parti profili…
Ancak asıl tepki çeken konu, bu transferlerin Zafer Partisi’nin tutuklu genel başkanına karşı adeta bir siyasal operasyon malzemesi olarak kullanılması oldu. Bu durum, siyaset arenasında İyi Parti’nin ilkelerini zorlayan, etik açıdan tartışmalı bir hamle olarak okundu. Öyle ki, partinin içinde yıllardır emek veren, özellikle Türk milliyetçisi çizgideki birçok isim bu gelişmeye yüksek sesle itiraz etmeye başladı. Sessiz istifalar yerini sosyal medyada sert çıkışlara, ardından da açık kopuşlara bıraktı.
Dervişoğlu’nun bu hamlesi, İyi Parti’yi kısa vadede Zafer Partisi’nden rol çalmak isterken, uzun vadede kendi kimliğinden uzaklaştırma riskiyle karşı karşıya bıraktı. Anketlerde görülen hızlı oy kaybı, sadece seçmen bazlı bir tepkiden değil; tabandaki aidiyet duygusunun hızla çözülmesinden kaynaklanıyor.
Halk arasında bir tabir vardır: “Kendi ayağına sıkmak.” Dervişoğlu’nun, Zafer Partisi üzerinden yaptığı bu operasyon, tam da bu deyimin karşılığı gibi. Partiyi büyütmek isterken, içinden parçalayarak zayıflatan bir strateji…
Şimdi gözler, bu savrulmanın nasıl yönetileceğinde. Ancak görünen o ki, İyi Parti, eğer kimlik ve ilke krizini çözüme kavuşturamazsa, bir zamanlar umut veren alternatif olma iddiasından hızla tabela partisi olmaya doğru yol alıyor.
**
Mevlüt Abi’nin Not Defteri
İki tane 21. Yörük Şenliği mi olur?..
Bak evladım, ben artık ne bu derneklerin samimiyetine inanıyorum ne de bu şenliklerin adının “Yörük Türkmen Şenliği” olduğuna. Vallahi billahi hepsi düğün bahanesiyle altın toplayan akraba gibi: Şenlik bahane, çıkar şahane!
Adam kürsüye çıkmış, elinde mikrofon, “Yörüğün vakarı, Türkmen’in asaleti” diye bağırıyor. Arkada belediyenin sponsorluk brandası, önünde ikram standında seçim broşürü, yan çadırda mehterle açılış, öbür tarafta milletvekiliyle selfi kuyruğu. Oğlum bu mu oba kültürü?
Yani eskiden yörükler yaylaya çıkar, keçi sağar, tulum peyniri basar, közde çay demlerdi. Şimdi yörük diye geçinenler sahneye çıkıp yerel sanatçıyla poz veriyor, altına da “Yörük ruhu” yazıyor. Ruh falan kalmadı be evladım! Ruhun sponsoru olmuş!
Şenlik dediğin kültürdür, gelenektir. Ama bunların şenliği, belediyeden kaç çadır koparırım, hangi siyasetçiyi sahneye çıkarırım, kime ne kartvizit veririm, onun derdi. Vallahi ben böyle çıkar kokan sucuk görmedim. Keşkek diye dağıttıkları şeyin yarısı rant, diğer yarısı torpil!
Geçen sene bir şenlikte beni de çağırdılar. Dedim gideyim, bir yayla havası alayım. Vardım alana, üç dernek başkanı kürsü kavgasına tutuşmuş. Biri diyor “Ben 15 yıldır bu işi yaparım!” öbürü bağırıyor “Senin oban kaç hektar ulan!” Öteki girmiş araya “Bizim deve milletvekiliyle açılışa geldi!” Yahu arkadaşlar, deveyle vekil arasında ne alaka?
Bir de her derneğin “özgün kıyafet” iddiası var. Biri yemenili, öbürü fesli, bir grup sırf TRT’ye çıkabilmek için başına tüy takmış. Kostüm savaşları yaşanıyor alanda. Sanki Survivor obası!
Yani işin özü şu: Bu şenliklerin çoğu yörüklükten çok, yer kapma yarışına dönmüş. Hani bir ara futbol takımlarının adı aynıydı da başlarına “Yeni”, “Gerçek”, “Asil” falan eklerlerdi ya… Şimdi biz de şenlikleri “Asıl 21. Yörük Şenliği”, “Gerçek Türkmen Obası” diye ayırt edeceğiz herhâlde!
Birbirini gölgeleyen iki tane 21. Yörük Şenliği olur mu ya? Olur, çünkü amaç başka. Kimsenin yörüklüğü düşündüğü yok. Düşündüğü, bir sonraki ihalede derneğe kaç metrekare yer koparırım; kaç sosyal medya takipçisi gelir; hangi vekil story atar?
Ben Mevlüt Abi olarak diyorum ki: Ey “yörükçülük” yapan beyler! Yörük olmak tentede poz vermekle, etli pilavla olmuyor. Yörüklük rantı bölmek değil, göçü birlikte yürümektir!
Şenlik mi yapacaksınız? Toplanın bir çadırın altına, deyin ki: “Arkadaş bu milletin ortak kültürüdür, kimseye alet etmeyiz.” O zaman ben de çayımı alır, ön sırada otururum. Ama bu gidişle, ben bir dahaki şenlikte katmer yerine ajanda dağıtılır diye korkuyorum!

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP