Tasarrufun ilk adımı yukarıdan gelmeli

Tasarrufun ilk adımı yukarıdan gelmeli

ABONE OL
1 Temmuz 2025 15:25
Tasarrufun ilk adımı yukarıdan gelmeli
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ÖMER ALPDOĞAN

Tasarrufun ilk adımı yukarıdan gelmeli

Halk arasında sıkça duyduğumuz bir söz vardır: “İmam cemaate örnek olmalı.” Atalarımız bu sözü boşuna söylememiş. Hele ki bugünlerde, her şeyin ateş pahası olduğu, vatandaşın kuruş hesabı yaptığı günlerde bu söz daha da anlam kazanıyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, vatandaşı tasarrufa çağırıyor. Elbette ki tasarruf önemli. Kaynaklarımızı doğru kullanmak, gelecek için birikim yapmak, ekonomik istikrarı sağlamak adına herkesin üzerine düşeni yapması gerekiyor. Ancak burada çok önemli bir eksiklik var: Örnek olmak.

Vatandaş tasarruf çağrılarına kulak vermek istiyorsa, önce bu çağrının yapıldığı yerin, yani devletin, kendisinin bu konuda adım attığını görmeli. Devletin en tepesinden, taşradaki en küçük idari birimlere kadar, kamu yöneticileri bu konuda halkın önünde yürümeli.

Tasarrufun ciddiyetini anlatmak istiyorsak, önce devlet büyüklerinin lüks harcamalardan kaçınması gerekiyor. Örneğin; Diyanet İşleri Başkanı milyonluk villalarda oturmak yerine mütevazı bir apartman dairesinde yaşamayı tercih etse, milyonluk makam aracı yerine yerli ve daha ekonomik bir otomobili kullansa, bu halk için çok büyük bir mesaj olur. “Bakın, biz de elimizi taşın altına koyduk” demektir bu.

Zira halkın aklına ister istemez şu soru geliyor: “Devleti yönetenler savurganlık yaparken, ben neden tasarruf edeyim?” Bu düşünce, halkı tasarruf çağrılarından uzaklaştırıyor. İnsan, adaletsizliğe karşı içgüdüsel olarak direnç gösterir. “Başkası lüks içinde yaşarken ben neden kısıtlanayım?” diye düşünmeye başlar.

Tasarruf kültürü, sadece kuru çağrılarla oluşmaz. Bu, davranışla, örnekle, tutumla halka gösterilir. Eğer yöneticiler gerçekten bu yolda bir irade gösterirse, halk da arkasından gelir. İsrafın önüne geçmek için önce yukarıdan aşağıya bir dönüşüm şart. Bu hem ekonomik hem ahlaki bir sorumluluktur.

Özetle: Tasarruf çağrılarının inandırıcı olması için, önce yönetenlerin kemer sıkması gerekiyor. Örnek olunmadan, halktan fedakârlık beklenemez. İmamın ne yaptığına bakan cemaat, ona göre hareket eder. Unutmayalım: Söylenen değil, yapılan örnek olur.

Malum hoca cemaat meselesi…

**

Mevlüt Abinin Not Defteri
“Tuzlu Su, Leğen, Bir de Şarap: Yerli ve Milli Tatil Formülü”

Bu yaz deniz hayali kuranlar çok, gidebilen az… Kos Adası desen pasaport ister, İtalya’yı rüyanda görsen İtalyan Konsolosluğu bile seni tanımaz. Antalya, Bodrum? Oraların fiyatlarını görünce insan plaj değil, borsa zannediyor.

Ama Mevlüt Abiniz öyle kolay pes eder mi? Dedim ki:
– “Madem ben denize gidemem, o zaman deniz bana gelsin.”

Geçen hafta, çarşıdan bir keğen (namıdiğer büyükçe leğen) aldım. Hatırı sayılır bir para verdim ama niyet büyük: Yaz tatilini memlekette, kendi çapımda yaşamak.

Leğeni zeytin ağaçlarının altına kondurdum. Su işini de hallettim. Zeydan Başkan kızacak ama, buz gibi Çatalan suyunu doldurdum içine. Ama baktım bir şey eksik… O tuz kokusu yok. Hani Akdeniz deyince burnuna çarpan o iyotlu hava… E ben ne yaptım? Marketten iki kilo kaya tuzu aldım, çat diye boca ettim leğene.  Oldu sana en halisinden, en temizinden Akdeniz suyu..

Yalnız itiraf edeyim, suyun dibinde biraz kaya tuzu tortusu oldu. Girerken ayağa batıyor ama canlandırıcı etkisi var, adeta doğal peeling. Hem deniz, hem spa!

Güneş mi? Onu da hallettik. Zeytin ağacının yaprakları arasından süzülen güneş ışığı, Bodrum otelinin şezlongundaki güneşten daha narin. Hem de bedava.

Leğene uzandım, gözlerimi kapattım… Çocukluğum geldi aklıma. O zamanlar da leğenle oynardık, çimerdik, şıpır şıpır sesler çıkardık. Şimdi de aynıyım, sadece artık yanıma bir kadeh ev yapımı şarap alıyorum. Hem tatil, hem nostalji, hem de aromatik terapi!

Bakın buraya yazıyorum:
Şu an dünyanın en huzurlu tatil köşesi, bizim köydeki zeytin ağacının dibi, leğenin içi.
Otellerde yer yoksa üzülmeyin.
Uçak biletine para yetmiyorsa dert etmeyin.
İki kilo tuz, bir leğen, biraz da hayal gücüyle Akdeniz’i eve getirirsiniz.

Tavsiyemdir:
Kendin pişir, kendin serinle!
Kimi Kos’a gider, kimi leğene… Hayat tercih meselesi!

 

**

Cumartesi Öyküleri

 

Ters Koltuk

Genç kız evden aceleyle çıktı. Saçları telaştan savruluyor, çantası omzunda dans ediyordu. Durağa yürürken yüzünde belirsiz bir heyecan vardı. Sıcaktan hafifçe terlemişti ama umurunda değildi. Otobüs çok geçmeden geldi. Gıcırdayan kapılar açıldı, içeri adım attı. Kalabalığın arasından sıyrılıp arka kapının önündeki ters ikili koltuğa oturdu. İnsanları değil, manzarayı tersten de olsa izlemeyi seviyordu bu yüzden hep o koltuğu seçerdi. Yüzünü koridora değil, pencereye taşırdı her zaman.

Telefonunu çıkardı. Hemen bir numara çevirdi.

— “Hayatım, otobüse bindim, geliyorum. Seninle yapmak için kahvaltı bile yapmadım. Ben gelene kadar bir şeyler hazırla… Malum, aç karnına hiçbir şeyin tadı olmuyor.”
Kahkaha atarak devam etti.
— “Seni seviyorum,” dedi ve kapattı.

Bir an duraksadı. Sonra, bir başka numarayı çevirdi. Bu kez sesi daha yumuşaktı, biraz da suçlu.

— “Anneciğim, otobüse bindim. Otogara gidiyorum. Bu hafta sınavım var ya, biliyorsun. Oradan Mersin’e geçeceğim. Sınavlar bitince eve gelirim. Merak etme, tamam mı?”

Telefonu kapattı. Derin bir nefes aldı. Yüzüne hafif bir kızarıklık yayıldı. Yalan söylemek kolay değildi ama alışılmıştı. Vicdanının küçük sesi, otobüsün motor sesine karışıp kayboldu.

Otobüs ilerliyordu. Güzergâh Turgut Özal Bulvarı’na dönüyordu ama annesi onu otogarda sanıyordu. Genç kız camdan dışarı baktı. İçinde garip bir çelişki vardı. Bir yanıyla kendini özgür hissediyor, diğer yanıyla annesinin gözlerinin önünde olmamanın yarattığı boşlukta biraz üşüyordu.

Ama olsun. Şimdilik gerçeklerden biraz uzaklaşmak gerekiyordu. Bir haftalık bir mola, bir kucakta huzur, birkaç sabah göz göze uyanmak… Genç kız, annesinin kızını üniversiteye uğurlarken hissettiği gururu düşünmedi. O an, sadece kendi hisleriyle baş başaydı.

Ters koltukta oturmak böyle bir şeydi belki de. Herkes ileri bakarken, sen arkaya dönüksündür. Oysa içinde, geçmiş ve gelecek birbirine karışmıştır. Bir tarafta bir annenin duası, diğer yanda bir sevgilinin bekleyişi…

Otobüs ilerledikçe, genç kız içindeki sesi susturdu. Başını cama yasladı. Dışarısı sıcaktı ama içinde kıpırtıdan çok başka bir şey vardı: Yasakla karışık bir özgürlük hissi. Acemice işlenmiş bir büyü gibi…

Yüzünde hem suçluluğun, hem gençliğin ışığı parlıyordu.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP