Türk siyasetinde son dönemin en çok tartışılan isimlerinden biri olan Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, yine yargı gündeminde ancak bu kez beraat haberiyle.
Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensuplarının kimlik bilgilerini açıkladığı iddiasıyla yargılandığı davada mahkeme, suç unsuru oluşmadığına hükmederek Özdağ’ın beraatine karar verdi. Bu karar, yalnızca hukuki bir sonuç değil, aynı zamanda Türk siyasetinde gerilimin yüksek olduğu bir dönemde verilen önemli bir mesaj olarak da değerlendirilebilir.
Hatırlanacağı üzere Özdağ, daha önce de Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla gözaltına alınmış, ardından “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla cezaevine gönderilmişti. 148 günlük tutukluluğun ardından cezaevinde kaldığı süre göz önüne alınarak tahliye edilen Özdağ, bu süreçte Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasından beraat etmiş, ancak diğer davadan mahkum olmuştu. O dosya ise şu anda istinaf aşamasında.
Tüm bu yargı süreçlerine rağmen Özdağ’ın siyasi çizgisinden sapmadığını, hatta daha da netleştiğini görüyoruz. Tutukluluk sürecinin ardından tekrar sahalara dönen Özdağ, Zafer Partisi’nin başında temposunu arttırmış durumda. Parti, kamuoyu yoklamalarında milliyetçi tabanda MHP’nin ardından ikinci sırada gösteriliyor. Bu yükseliş, elbette ki sadece hukuki süreçlerin değil, toplumdaki sosyopolitik dalgalanmaların da bir sonucu.
Peki bu beraat kararları ne anlama geliyor?
İlk olarak, hukukun siyasetten bağımsız hareket edebildiğine dair bir umut ışığı veriyor. Tartışmalı konularla sık sık gündeme gelen Özdağ’ın davalarında alınan beraat kararları, yargının zaman zaman siyasi baskıların ötesine geçebildiğini gösteriyor. İkincisi, bu kararlar, Özdağ ve Zafer Partisi için ciddi bir moral kaynağı. Siyasi rakiplerince sıklıkla “marjinalleşme” ile suçlanan bir partinin, yargı önünde temize çıkması, toplumsal meşruiyetini güçlendiren bir faktör haline gelebilir.
Ancak bu sürecin Özdağ ve partisi için sadece bir “aklanma” hikâyesi olduğunu söylemek de eksik olur. Bu, aynı zamanda Türk siyasetinde öfke dilinin, sert muhalefetin ve sınırları zorlayan söylemlerin nasıl karşılık bulduğunu da gösteriyor. Özdağ’ın üslubu, her ne kadar kutuplaşmayı beslediği yönünde eleştirilse de, özellikle genç milliyetçi seçmenler arasında ciddi bir karşılık buluyor.
Kısacası, mahkemelerden çıkan beraat kararları hem adalet sisteminin tarafsızlığı açısından hem de siyasal rekabetin doğasına dair önemli sinyaller veriyor. Ümit Özdağ’ın siyasi yolculuğu, bu ülkede fikirleri kadar, bu fikirlerin hangi sınırlar içinde ifade edilebileceği sorusunun da güncel bir testi olmaya devam ediyor.
Bu gelişmelerin ardından gözler şimdi istinaf mahkemesinin vereceği kararda. Ancak şimdiden söylemek mümkün: Özdağ ve Zafer Partisi, son dönemde aldığı hukuki ve siyasi rüzgarla birlikte, Türk siyasetinde kalıcı bir oyuncu olma yolunda ilerliyor.
**
VEFASIZLIĞIN COĞRAFİ HALİ: SURİYE
Suriye Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz günlerde 128 sayılı kararla yeni vize tarifesini kamuoyuna duyurdu. Listede dikkat çeken en büyük değişiklik, Türk vatandaşlarına getirilen vize uygulaması oldu. Suriye’ye artık Türk vatandaşları 50 ila 100 dolar arasında değişen vize ücretleriyle girebilecek. Bununla da kalmadı; Türk plakalı araçlar için de 50 ila 200 dolar arasında geçici giriş tarifesi belirlendi. Gecikme cezası ise haftalık 110 dolar.
Bu karar, sosyal medyada olduğu kadar diplomatik kulislerde de soğuk duş etkisi yarattı. Çünkü bu gelişme, sadece bir vize uygulaması değil; aynı zamanda bir vefa meselesidir.
KİME VİZE YOK, KİME VAR?
Suriye; Sırbistan, Ürdün, Moritanya, Lübnan ve Malezya vatandaşlarına vize muafiyeti tanırken, Türkiye’ye böyle bir jestte bulunmadı. Oysa Türkiye, Suriye’deki iç savaş boyunca en fazla insani yardım yapan, sınırlarını milyonlara açan ve kendi kaynaklarını feda ederek Suriye halkına kucak açan tek ülkeydi.
Unutmayalım; 2011’den bu yana Türkiye, Suriye’ye yalnızca 400 bin dolardan fazla enerji, ekonomik ve askeri destek sunmakla kalmadı; milyonlarca sığınmacıya barınma, sağlık, eğitim ve iş olanağı sundu. Bu süreçte Türkiye kendi iç dengelerini zorladı, toplumsal yapısında sarsıntılar yaşadı ama hiçbir zaman kapıyı kapatmadı. Bugün Türk vatandaşlarının vizeye tabi tutulması, sadece teknik bir uygulama değil, dostluk ve kardeşlik adına koca bir kırılmadır.
VİZE DEĞİL, VEFASIZLIK
Diplomatik ilişkilerde karşılıklılık esastır, evet. Ama devletler arası ilişkiler yalnızca prosedürle yürümez; geçmiş, fedakârlık ve vicdan da bu denklemin içindedir. Suriye’nin bu kararı, Türkiye’nin yaptıklarını yok sayan, kendi halkı adına da utanç verici bir diplomatik adımdır.
Vize fiyatları elbette bir ülkenin egemenlik hakkıdır. Ama bu hakkı kullanırken geçmişin hatırını gözetmek, kadir kıymet bilmek, siyasi olgunluğun bir göstergesidir. Bugün Suriye’nin yaptığı, “Dost kötü günde belli olur” sözünün tam tersi: Zor günde dost olanı, iyi günde unutmak!
SESSİZLİK YERİNE TEPKİ
Türkiye kamuoyunun tepkisi yerindedir. Sessiz kalmak, bu tür “diplomatik nezaketsizliklerin” alışkanlığa dönüşmesine yol açar. Türkiye devleti, Suriye makamlarına bu kararın nedenli kırıcı olduğunu diplomatik yoldan açıkça iletmelidir. Çünkü bu sadece pasaport sahibi bir vatandaşın karşılaştığı ücret meselesi değil, bir milletin yaptığı fedakârlığın görmezden gelinmesidir.
SON SÖZ
Dostluk, faturası hesaplanabilen bir ticaret değildir. Hele ki milyonların açlıktan, savaştan kaçtığı bir dönemde uzatılan bir elin hatırını unutanlar, günü gelir ne el bulur ne de omuz… Devletler de insanlar gibidir; vefasız olanlar eninde sonunda yalnız kalır.
**
Mevlüt Abinin Not Defteri
“Otobüs Değil, Kaplumbağa Express!”
Büyükşehir’in otobüsleri var ya, Allah için söylüyorum, bazen tam bir bilmecedir. Her sabah, her akşam bizimle bir oyun oynuyorlar. Ne zaman gelecekler, nerede duracaklar, tabelasında ne yazacak… Biz bilemeyiz. Ama Allah’tan şoförler de bazen bilmiyor, yalnız değiliz.
Mesela şu meşhur 112-A / 112-B hattı var ya… Tabela bakıp binice A yerine B’ye ya da B yerine A’ya gitme olasılığınız şok yüksek. Nereye gittiğinizi ancak Buruk Mezarlığına varınca anlayabiliyorsunuz.. Bir keresinde A yazanı bekledik, geldi B’ye gitti. Buruk Mewzarlığından sonra mecburen taabana kuvvet yaptık..
Ama işin tuhafı bu değil. Son iki gündür Saimbeyli Caddesi’nde bir “Yokuş Operasyonu” izliyoruz otobüs müdavimleri olarak. Bilen bilir, orası tam bir bayır. Ne olmuş biliyor musunuz? Otobüsler o yokuşu boşken bile zar zor çıkıyor! Dolu olsa “neyse” diyeceğim, ama boş kardeşim! Sanki içinde kömür yüklü TIR var gibi…
Dün bir otobüste teyzeler resmen salavat getiriyordu. Valla biri “Allah’ım kurtar bizi bu rampadan!” diye iç çekti, öbürü Fatiha’ya başlamıştı. Küçük çocuklar öndeki direğe sarılmış, gözleri fal taşı gibi… Şoför abi bile iki kez vites değiştirip sonra dua etti “Yokuş bitmeden inşallah bayılmayız” diye.
Yani bu artık başka bir seviye. Hadi kalkış saatlerini tutturamıyorsunuz, hadi tabelayı da bazen unutuyorsunuz, ama bu sefer otobüs gitmiyor kardeşim! Bildiğin “Yokuşta Kalma Sendromu”.
Bir de böyle yokuşu kaplumbağa hızıyla çıkarken, cümlece endişe ve korku içinde bildiğimiz duaları sıralıyoruz.
Şimdi biri çıkıp diyecek ki, “Efendim araçlar eski, bakım masraflı…” E güzel kardeşim, biz o otobüsle her gün gidip geliyoruz. Bizim endişemiz sadece geç kalmak değil, bayırda kalmak, sonra yürüyerek inmek. Bilemedin, itmek!
Miaho, belediyeye sesleniyoruz: Otobüsleri ya emekli edin, ya da onlara vitamin takviyesi yapın. Yokuş çıkamayan otobüs, mahalleliyle birlikte dua ettiriyor. Bari Saimbeyli rampasına bir dinlenme tesisi koyun. Durakta bir çay içelim, nasılsa otobüs yavaş geliyor!
Otobüs değil, dert dolu bir tiyatro sanki… Sahneye çıkan biziz, alkışı hak eden ise sabrımız!
ADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önce