“Asla Yalnız Yürümeyeceksiniz…”
Sevgili Başkanım,
Sizi 1977 yılından beri tanıyan bir hemşehriniz olarak bu satırları büyük bir inanç ve gönül bağıyla yazıyorum. O günlerden bu yana, ne zaman adınız geçse, aklıma hep ilkeli duruşunuz, Atatürkçü çizginizden sapmadan yürüttüğünüz mücadeleniz gelir. Tam 48 yıldır aynı inançla yürüyorsunuz. Ne baskılar, ne iftiralar, ne de siyasetin fırtınalı yolları sizi halktan, halkçılıktan ve adaletten koparamadı.
Çünkü siz; halkın içinden gelen, halkın dilinden anlayan, onların derdiyle dertlenen birisiniz. Bugün CHP’li olsun olmasın, tüm Adanalıların size ayrı bir sevgi ve güven beslemesi boşuna değil. Siz gönüllerde çoktan “Adana gibi Başkan” oldunuz. O yüzden insanlar oy versin vermesin, adınızı saygıyla, umutla, bir sıcak tebessümle anıyor.
80 öncesinden bu yana, Seyhan Belediyesi’nden Adana Büyükşehir’e uzanan her adımınızda; sadece koltukta oturmadınız, taşın altına elinizi koydunuz. Kaldırımlar, parklar, yollar yapmanın ötesinde; insanların yaşamına dokundunuz. Adanalının hayatını kolaylaştıran, onları dinleyen, onlara umut veren bir lider oldunuz. Siz o yüzden sadece bir belediye başkanı değil, aynı zamanda bir yol arkadaşı, bir komşu, bir kardeş, bir evlat oldunuz bu kentin insanlarına.
Bugün yaşananlar, karanlık gölgeler, engellemeler… Evet, can sıkıcı. Ama biz umudumuzu kaybetmedik. Çünkü oyumuzdan da, oyumuzu verdiğimiz sizden de eminiz. Sadece oyumuzu değil, gönlümüzü de verdik size. Bilin ki; bu kentte sizinle yürümüş her yürek, bugün yine sizin yanınızdadır. Çünkü karanlık ne kadar sürerse sürsün, aydınlık hep gelir. Her gecenin sabahı vardır.
Bu mektup yazıldığında henüz kararlar belli değildi. Belki bu satırlar okunurken de sonuçlar belirsizliğinin sürdürecek. Ama ne sonuç olursa olsun, bizim için bir şey değişmeyecek:
Sen bizim başkanımızsın!
Sen Adana için, Adana gibi bir başkansın.
Ve unutma sevgili Zeydan Başkanım, Liverpool taraftarının dediği gibi:
“You’ll Never Walk Alone.”
Asla yalnız yürümeyeceksin.
Saygı, sevgi ve umutla..
**
Nihat Genç ve Türk Milliyetçisinin Cenazesi
Türkiye dobra bir adamını kaybetti.
Nihat Genç aramızdan ayrıldı. Sessizce. Gürültüsüz. Hakkında büyük laflar edilmeden, arkasından gözyaşıyla sahnelenmiş vedalar yapılmadan. Yalnızca “öldü” dendi, o kadar.
Ne hastaneye akın eden siyasetçiler vardı…
Ne taziye yarışına giren medya figürleri…
Ne de fotoğrafını Kâbe’de Hacerü’l-Esved taşını okşar gibi okşayıp “yakınımdı” diyenler…
Bir süre önce ölen Sırrı Süreyya Önder’in ardından yaşanan “kitlesel devlet ve medya vedası”nın zerresi bile yaşanmadı. Onun cenazesi canlı yayınlarla ekrana taşınırken, Nihat Genç’in vedası sanki kimsenin haberi olmadan, bir köşede olup bitti. Ama devlet ve medyaya inat binlerce gönüldaşı Kocatepe caminin doldurdu.
Demek ki bu ülkede ölüm bile ideolojik sınıflandırmaya tabiiymiş.
Kürt milliyetçisiysen ya da bir dönem Amerikan fonlu ekranlarda solculuk yapmışsan; cenazene gelmek için sıraya girer siyasetçiler. Gazeteler, ekranlar, mikrofonlar senin adını kutsal bir slogan gibi taşır.
Ama Türk milliyetçisiysen, hele bir de dobra konuşmuş, kimseye eyvallah etmemişsen…
Sana düşen sessizliktir. Ve bir mezar taşı.
Nihat Genç Türkiye’de çarpık düzenin içinden fırlamış, bağımsız kalmayı başarabilmiş ender adamlardandı. Onun milliyetçiliği kimseye yağ çekmeden, güç odaklarına yanaşmadan yaşadığı bir direnişti. Kalemini hiçbir mahfilin “makbul fikirlerine” satmadı.
Bu yüzden de öldüğünde kimse “sahiplenmedi”.
Çünkü bu topraklarda ne yazık ki milliyetçiler, hep yalnız öldüler.
Ne devlet yanlarında oldu, ne medya, ne de sözde dost bildikleri.
Bu sessizliğe en iyi cevabı da yine onların en büyüğü Atsız vermişti zaten. “Yolların Sonu” şiirinde şöyle diyordu:
“Ebediyete giderken bir gurbete yeniden /
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize /
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden /
İtler bile gülecek kimsesizliğimize…”
İşte alın size Nihat Genç’in cenazesi.
Ebediyete gurbete giderken başında sadece gönüldaşları, ama ardından on binlerce “keşke” taşıyan bir sessizlik. Çünkü o, televizyon ekranlarında fonla büyütülmüş bir figür değil, kalemini hep halk için oynatmış bir mücadele adamıydı.
Ve halkın adamları bu topraklarda ne yazık ki hep “kendi halinde” gömülür.
Ama yine de bir tesellimiz var:
Nihat Genç’i ekranlardan tanıyanlar değil, sözlerinden tanıyanlar unutmayacak.
O susarken konuşanlar çok oldu, ama o konuştuğunda susmak zorunda kalanlar da az değildi.
Ölümden sonra gelen sessizlik, aslında kimin yaşarken doğru bildiğini söylediğini gösterir.
Kimi cenazeler yüksek sesle gömülür, kimileri ise vakarla, ama iz bırakarak.
Nihat Genç, vakarla gömülenlerdendi.
**
Mevlüt Abi’nin Not Defteri
110 Numaralı Hat Üzerinden Sözlü Muhabbetleri
Evlat, bu Adana’nın otobüsleri var ya… Belediyeye bağlı ama bazen belediyeden daha çok siyaset konuşuluyor içinde. Geçen pazar, akşamüstü eve dönerken 110 numaralı otobüse bindim. Kliması çalışmıyor, camlar buğulu, ama içerisi sımsıcak… Nedeni hava değil, muhabbet!
İki kişi yine aynı yerde, yine aynı tonda ama bu kez başka telden çalıyor. Baktım, daha önce de bunlarla aynı otobüste gitmişim. O zaman Hüseyin Sözlü’yü yerden yere vuruyorlardı, “bu adamla bu şehir olmaz” diyorlardı. Şimdi aynı ikili, Sözlü’yü öve öve bitiremiyor.
“Abi adam işçiye simit ayran dağıtırdı sabah sabah, insan gibi adamdı…”
“Vallahi şimdi olsa hâlâ belediyede olurduk, emekliliği hak ederdik…”
Evlat, yeminle otobüste kahve olsaydı, üstüne de bir şiir döktürürlerdi.
Bak şimdi, o zaman şeytanlaştırdıkları adam bugün neredeyse evliya oldu.
Ama muhabbet orada da kalmadı. Bu sefer suçu başka yere attılar:
“Hüseyin Başkan iyiydi de, o kardeşleri yok mu kardeşleri… Özellikle o Reis. Seçimi onlar kaybettirdi.”
Yani özetle: Başkan tamam, ama “entourage” fena. Tanıdık geldi mi?
Adana siyasetinin klasiği bu: Başkan her zaman “aslında iyi”, çevresi ise “kötü niyetli”.
Oturmuş dinliyorum. Not defterimi çıkardım, usulca yazıyorum. Ama bizim ikili bir ara sık sık bana dönüp bakmaya başladı. Ya “Bu adam bizi daha önce dinledi” diye şüphelendiler, ya da içlerinden biri “Bu galiba gazeteci” dedi.
Olsun, gazeteci olmasam bile mahalle kulisi uzmanıyım.
Unutmadan yazayım: Bu iki zat-ı muhterem de Sözlü döneminde belediyeye girmiş, seçim sonrası çıkarılmış. Şimdi biri simit satıyor, diğeri sabahçı kahvelerinde “benim zamanımda şöyleydi” diye anlatıyor. Yani konu sadece siyaset değil, biraz da geçim derdi, biraz da kırılmış gurur…
Ben de düşündüm:
Adana’da siyaset bazen böyle çalışıyor. Başkan koltuktayken “ne halt yediği” konuşulur, koltuktan kalkınca “ne güzel insan olduğu” anlatılır.
Mevlüt Abi’den not:
Evlat, belediyede çalışmışsın, simit satmışsın, ne fark eder… Şerefli işin küçüğü olmaz da, şerefini yitirmiş siyasiler hâlâ büyük laf eder.
Ama unutma, bu şehir unutur gibi yapar…
Aslında her şeyi bir otobüs hattında hatırlar.
ADANA
17 saat önceADANA
17 saat önceADANA
1 gün önceADANA
1 gün önceADANA
4 gün önceADANA
4 gün önceADANA
4 gün önce