Özel’in Kalın’ı ayakta karşılaması!

Özel’in Kalın’ı ayakta karşılaması!

ABONE OL
29 Temmuz 2025 10:24
Özel’in Kalın’ı ayakta karşılaması!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geçtiğimiz gün TBMM CHP Grubu koridorlarında yaşanan bir karşılaşma, siyaset sahnesine ve devlet geleneğine dair ciddi sorular doğurdu.Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Özgür Özel, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı bizzat kapıda karşıladı. Görüntüler basına yansıdı, tokalaşmalar, tebessümler, kapılar arkasında kalan görüşmeler…

O anı izlerken şunu düşündüm: Devletin yerleşik gelenekleri ve siyasal teamülleri sadece protokol kitaplarında mı kalmalı, yoksa gerçek hayatta da işlemesi mi gerekir?

Kim kimi karşılamalı?

Türkiye Cumhuriyeti, yasalarla ve teamüllerle yönetilen bir devlettir. Bu ülkede MİT Başkanı, 2937 sayılı yasa uyarınca Cumhurbaşkanlığı’na bağlı biratama ile görevlendirilmiş üst düzey bir memurdur.Özgür Özel ise milyonlarca oyla seçilmiş, Ana Muhalefet Partisi’nin lideridir.Siyasi temsil ağırlığı vardır, milleti adına denetim ve iktidar alternatifi görevi yürütmektedir.

Bu iki makam arasındaki fark, yalnızca görev tanımında değil; devletin hiyerarşik ve sembolik düzeninde de belirgindir.Bir siyasi partinin genel başkanının, üstelik TBMM çatısı altında, atanmış bir kamu görevlisini bizzat kapıda karşılaması, sembolik bir dengeyi sarsar. Bu bir “saygısızlık” değil ama “dengesizliktir.”

Devlet Ciddiyeti ve İletişim Dengesi

Özgür Özel’in bu karşılaması, belki de nezaket gereği, belki de yanlış yönlendirmelerle yapılmış olabilir.Ancak burada mesele nezaket değil, gücün ve meşruiyetin nasıl temsil edildiğidir.MİT Başkanı gibi bir kurum temsilcisi elbette muhalefet lideriyle görüşebilir, bilgi paylaşımı yapabilir. Ancak bu görüşmenin şekli ve zemini, “kim kimi nereye kadar karşılar?” sorusuna dikkatle yanıt verilerek kurgulanmalıdır.

O karşılamayı, bir CHP Grup İdare Amiri ya da protokol görevlisi yapmalıydı. Özgür Özel ise konuğunu makamında kabul etmeliydi. Zira bu tür sembolik anlar, sadece bugünü değil, yarının iktidar ihtimallerini de şekillendirir. Siyasetçinin ciddiyeti, yalnızca ne söylediğiyle değil, neyi nasıl yaptığıyla da ölçülür.

İncelik Değil, Zaaf Gibi Görülür

Unutmamalı: Türkiye’de her siyasi jest, siyasal anlam taşır. Bu topraklarda siyasetin dili sembollerle örülüdür.Atanmış bir görevliyi ayakta karşılamak, seçimle gelen bir makamın ağırlığını kendi ellerinizle hafifletmektir.

Bugün Erdoğan’ın atadığı bir memura bu kadar protokol gösterilirse, yarın Erdoğan’a nasıl muhalefet edilecek? Muhalefetin temsil makamları, kendi ağırlıklarını hafife alırsa, seçmen neden bu makamları ciddiye alsın?

Devletin Geleneği Unutulursa

Türkiye Cumhuriyeti, kurumlar arası dengeyi sadece yazılı hukukla değil, “devlet aklı” ve teamül geleneğiyle korur. MİT gibi stratejik bir kurumun temsilcisiyle görüşmek mümkündür ama bu görüşmeyi yönetecek olan kişi, siyasi ağırlığının farkında olmalıdır.

Bu tür hassasiyetlerin hiçe sayıldığı yerde, artık kimin devlet olduğu, kimin vatandaş olduğu da karışır.Siyaset şekil işidir.Yanlış biçim, doğru içeriği gölgede bırakır.

Sonuç Yerine

Sayın Özel’in iyi niyetinden şüphem yok.Ancak iyi niyet, bazen siyasi yanlışları örtmez. CHP, kendisine verilen halk desteğinin farkında olmalı ve artık devletin kurucu partisinin tüm ağırlığını taşıdığını hatırlamalıdır.

Atanmış bir görevlinin, seçilmiş bir siyasi liderin önünde bu kadar “ağırlıklı” görünmesi, sadece bugünün değil, yarının da dengesini bozar.

Ve unutulmamalıdır ki; devlet, önce protokolde başlar.

**

Koçlar gerçekten koç mu?

Yolda yürürken elinizi sallasanız bir “koç”a çarpma ihtimaliniz var artık.Hayır, koyun sürüsünden bahsetmiyorum.Bahsettiğim, son yıllarda Türkiye’yi kasıp kavuran ve neredeyse milli sporumuz hâline gelen “koçluk” furyası.

Hayat koçu, öğrenci koçu, ilişki koçu, nefes koçu, farkındalık koçu… Hatta geçenlerde biri kendini “doğru nefes koçu” ilan etmiş, yanlış nefes alıyormuşuz da haberimiz yokmuş.Herkes birbirine koçluk yapıyor, ama ortada bir sürü kafası karışmış insan dolaşıyor.

Siyasetçilerimiz ve iş dünyamız da bu “koçluk rüzgârı”na kapılmış durumda. Partilerde, holdinglerde koçluk eğitimleri düzenleniyor.Belli ki koçluk sözcüğü bir büyü gibi geliyor kulaklarına. Ama kimse dönüp de şu temel soruyu sormuyor:
“Kardeşim, bu koçlar gerçekten koç mu?”

Milli Eğitim Bakanlığı’nın tanıdığı, denetlediği bir koçluk programı yok.Yani devletin resmen verdiği bir “koç” unvanı söz konusu değil. Peki nereden geliyor bu koçluk belgeleri?
Özel kuruluşlardan. Parayı bastır, eğitimi al.
Örneğin bir kurumun “A Paketi” 72 saatlik bir kurs için peşin ödeme indirimiyle 36 bin lira. Aynı yerin “B Paketi + Unvan” kursu ise 150 saatlik, fiyatı 79 bin lira.Toplamda 115 bin liraya mal oluyor bir kişiye “koç” olmak.Eğitimler de örgün değil; online, çoğu zaman bir sunumdan, birkaç videodan ibaret.

Ama durun, hikâye burada bitmiyor.Bazı hevesli arkadaşlarımız bir koçlukla yetinmiyor.4-5 koçluk birden! “Öğrenci koçuyum, ebeveyn koçuyum, kariyer koçuyum, öz farkındalık koçuyum” diyen biri, sadece unvanlara toplam 460 bin liraya kadar ödeme yapabiliyor. Ciddi bir sermaye bu. İnsan sormadan edemiyor:
Bu kadar parayı kim ödüyor, nasıl ödüyor?
Gerçekten bu belgeleri aldılar mı? Yoksa “nasıl olsa kimse sormuyor” diyerek, sosyal medyada profiline “koç” yazıp geçtiler mi?

Burası Türkiye. Bir kişi çıkıp “ben uzay koçuyum” dese, üç gün sonra ona da danışan bulunur. Çünkü işin özü burada: Sorgulama yok. Koçluk adı altında verilen bu sertifikalar ne kadar denetleniyor, içeriği ne kadar bilimsel, kimse bilmiyor. Ama ünvan havalı mı? Evet.
CV’ye yazınca etkileyici mi duruyor? Evet.
İşe yarıyor mu? Tartışılır.

Koçluk elbette büsbütün kötülenemez.Doğru kişi, doğru eğitim, doğru süreçle bir danışanın hayatına katkı sağlayabilir. Ama bu işin özü bilgi, deneyim ve etik ister.
Bugünkü tablo ise bambaşka:
Etik yok, denetim yok, bilgi de kısıtlı. Sadece bol bol unvan ve fatura var.

Dolayısıyla sormaya devam edeceğiz:
Gerçekten koç musunuz, yoksa sadece “koç taklidi” mi yapıyorsunuz?

**

Mevlüt Abinin Not Defteri

Kafaya koydum, koç olacağım!

 

Kafaya koydum… Kesinlikle jafaya koydum: Ben de koç olacağım.

Memlekete iyi haberim bu. Kötü haberim mi?
Henüz neyin koçu olacağıma karar veremedim. Ama olsun, koçluk dediğin şeyin özü niyettir.Gerisi zaten online.

Önce dedim ki, “Mevlüt, sen siyasetten anlarsın, yıllardır kahvede memleketi kurtarıyorsun, siyaset koçu ol!”
İletişime geçtim birkaç partiyle. Ama alan dar. Zaten koçluk yapan siyasetçilerin sayısını siyasetçiler bile bilmiyor.Danışman mı, danışan mı belli değil.

Dedim, “Evlilik koçluğu nasıl?”
İç sesim kükredi:

“Bok yeme Mevlüt! Evde sözünü geçiremiyorsun, millete mi geçireceksin?”
Tamam dedim, bu cephe de kapalı.

Sonra gözüm parladı.
“Para koçu olayım!”
Ama burada da engel var: Mehmet abim.

O hemen gelir, “Mevlüt zenginleşti” sanır, emekli maaşımda kesintiye gider. “Madem paran var, oğlanın nişan masraflarını da üstlen!” diye gelir. Allah muhafaza.

Şimdi dost, eş, kahve tayfası hep beraber bana uygun bir koçluk arıyoruz.

Geçen gün İlyas Bey –kendisi bizim kahvehanenin sahibi olur– dedi ki:

“Mevlüt, eğer koç olmaya ciddi ciddi niyetlendiysen, kurs parasını benden. Online sertifikayı da alırsın, iki üç Zoom’a gir, olur biter.”

Adam vizyoner. Hem kahve veriyor, hem koçluk yatırımı yapıyor. Elon Musk gibi bir şey ama Çorum şubesi.

Şimdi durum şu:
 Koçluk isteği var.
 Niye koç olacağım? Hâlâ yok.

Geçen “Boş zaman koçu” olsam mı dedim. Hani gelen geçene “N’oldu yine işe mi girmedin?” diyeyim.Ama ona da mahallede teyzeler çok güçlü, rekabet büyük.

Sonuç olarak, ben bu işi çözeceğim. Memlekette bu kadar koç varsa, bir tane de Mevlüt Abi olsun, değil mi?

Şimdilik karar vermedim ama…

“Koçum ben” demeye alışmaya başladım.
Bence en zoru oydu.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP