Adana’da futbolun rengi, kokusu, sesi başkadır. Bu şehrin sıcağı gibi yakıcı, insanı gibi delikanlıdır. Tribünden yükselen bir “Mavi Şimşek” gürültüsü de, bir “Turuncu-Beyaz” sevinci de bu memleketin en sahici duygularındandır. Ama gel gör ki bazıları bunu anlamamakta ısrar ediyor.
Hem de öyle böyle değil… resmen aklımızla alay ediyorlar.
Ligde durumu kötüymüş, çok gol yiyormuş, galibiyeti yokmuş… Ne olursa olsun Adana’nın takımı Adana’nındır. Bu memleketin iki gözbebeğinden birinin maçı varken, birileri tutmuş İstanbul takımlarının derbisi diye dev ekran kuruyor, milleti topluyor, İstanbul’un şovunu Adanalıya izletmeye uğraşıyor.
Kusura bakmasınlar ama bu düpedüz şehre saygısızlıktır.
İnsanın aklına ister istemez sorular geliyor:
Adana’da görev yapıp, Adana’nın ekmeğini yiyip, Adanalının oyuyla koltuklara oturanlar…
Siz gerçekten nerede yaşıyorsunuz?
Adanalıların sevgisine mi talipsiniz, yoksa İstanbul tribünlerine mi?
Şehrin takımının maçı varken İstanbul derbisini kitlelere izletmek neyin hizmetidir?
Kime hizmettir?
Kimden medet ummaktır?
Adanalının takımı sahada savaşırken, bazıları dev ekran altında İstanbul sevdası pazarlamaya çalışıyor. Farkında değiller ama, bu yaptıkları yalnızca futbolu değil, bu şehrin kimliğini de hafife almaktır.
Buradan açık açık söyleyeyim:
Adanalının kulağına kar suyu kaçtı bir kere.
Bu şehir her şeyi unutabilir ama “saygısızlığı” unutmaz.
Umarım bir gün anlarlar ki bulundukları makamlar, İstanbul’un değil; Adana halkının teveccühüyle anlam kazanır. Bu şehir insanı sıcak ama hafife alınmayı da asla kaldırmaz.
Merak etmesinler, Adanalı sabırlıdır; 2,5 yıl daha dişini sıkar, günü geldiğinde de gönlünü İstanbul sevdalılarına değil, memleketinin yanında duranlara açar.
Çünkü bu şehirde bir kural vardır:
Adana, Adana’nın yanında olmayanı çok iyi tanır… ve hiç unutmaz.
**
Bir “Ülkü Devi”nin gerçek yüzü
Adil Özcan, sosyal medya hesabından muhteşem bir yazı paylaştı. Zamanında “ülkü devi” olarak görülen bir kişinin gerçek yüzünü Adnan İslamoğlu’nun “Bizimkisi Bir Ocak Hikayesi” adlı kitabından birinci ağızdan tanıklık ifadeleriyle güçlendirdiği yazısında, bir zamanlar MHP’den millitevekilliği, bakanlık yapan Agah Oktay Güner’in 12 Eylül sonrası cezaevinden çıktıktan sonra, bir olayla ilgili tutumuyla gerçek yüzünü anlatıyordu:
“UTANMA NEDİR BİLMEYEN BİR SİYASET BARONUNUN SON İHANETİ
“Ankara…
12 Eylül’ün üzerinden henüz bir yıldan az bir zaman geçmiş… Sokağa çıkma yasağı devam ediyor ve 12 Eylül’ün tüm tedirginlikleri sürüyor…
Ülkücülerin tasarrufunda elde kalan birkaç çatıdan biri Konya Erkek Öğrenci Yurdu.
Kredi ve Yurtlar Kurumu, Konya Erkek Öğrenci Yurdu’na el koyacak ve kendisine bağlayacaktı. Oysa o kadar ihtiyaç vardı ki o yurda… Yaşayanlar çok iyi hatırlayacaklardır, o zaman o yurt mağdur(!) durumda olan pek çok arkadaşımız için bir baba evinden daha önemliydi. Beytepeli Cabbar Ağabeyimiz gıyabî tevkif kararıyla aranıyordu, annesinin vefat haberini o yurdun müdüriyet odasında vermiştik kendisine. Cabbar Ağabeyin başını masanın üzerine koyarak nasıl ağladığını bugün gibi hâlâ hatırlarım. Tabiî ki Suluova’ya annesinin cenâzesine gidememişti.
Yurt müdürü arkadaşımız Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden Cengiz Kurt çabalıyordu yurdun elimizde kalması için. Yurdun mütevellî heyetinde MHP Dâvâsı’ndan henüz yeni tahliye olan anlı şanlı Agâh Oktay Güner de vardı. Kendisi ziyaret edilerek yurdun elimizde kalması için tavassutta bulunması istenecekti.
Bahse konu ziyâreti bendeniz gerçekleştirdim. Bir ikindi vaktiydi, anlı şanlı Agâh Oktay Güner Bey’i Kıbrıs Caddesi’ndeki evinde ziyaret ettim. Salonda bir berjer koltukta oturuyordu. Kucağındaki kedisinin sırtını sıvazlıyordu. Merhum Osman Bölükbaşı da misâfirdi, sohbet ediyorlardı. Salona buyur edildikten ve hâl hatır sorulduktan sonra, kuru pasta ve çay ikrâm edildi.
Agâh Bey, “Dışarıda ne var ne yok, arkadaşlar nasıllar?” dedi. Arkadaşlarımızın iyilik (!) haberlerini verdim ve sustum. Niyetim Osman Bölükbaşı Bey’in ziyaretini tamamlamasıyla yalnız kalıp kendisini genişçe bilgilendirmekti. Agâh Bey mahrem konuları konuşmanın önüne geçmek için ısrarla ziyâret sebebimi sorunca, “Husûsen görüşmek istediğimi” söyledim. Bunun üzerine, “Buyurun Cemâl Bey, Osman Bölükbaşı Bey’den özelimiz yok, aslında benim de konuşacak özel bir şeyim yok sizinle, söyleyiniz” dedi. “Peki” dedim ve tahliyesiyle alâkalı olarak geçmiş olsun dileklerimi ilettikten sonra:
“Ali Başkan’ın size selâmları var…” diye başladım sözlerime.
“Kimdir bu Ali Başkan?” dedi şaşkınlıkla ve tok sesini biraz daha sertleştirerek.
“Ali Uzunırmak” dedim.
Bir süre sessiz kaldı, telâşlı, tedirgin, ürkek ve biraz kızgın bir sesle, “Devam edin” dedi.
“Bildiğiniz gibi, dışarıda hayat devam ediyor, çok fazla mağdur arkadaşımız var ve onların pek çok ihtiyaçları var. Bunların hâl yoluna konması için uğraşıyoruz ve bu hususta Konya Erkek Öğrenci Yurdu bizim için çok önemli, fakat Kredi Yurtlar Kurumu Konya Yurdu’na el koymak üzere. Zât-ı âliniz de mütevellî heyetindesiniz. Tavassut etseniz de yurdun mevcut statüsü devam etse…” dedim.
Yine bir süre sessiz kaldı. Merhum Osman Bölükbaşı da sessizce dinliyordu. Kopacak fırtınayı bekler gibi…
Agâh Bey, Osman Bölükbaşı’na dönerek:
“Görüyor musunuz efendim, işte bunlardır bizi Mamak Cezaevi’ne tıkanlar, nelerini gördük bunların biz Mamak’ta, her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırmışlar, zaten Kenan Even Paşa da haklıydı duruma el koymakta” dedi. Osman Bey cevap vermedi, hatta hiçbir tepki vermedi, yalnızca bana bakarak sükût etti, şaşırmıştı.
Agâh Bey bana dönerek, “Alsın efendim, her şeyi devlet alsın, Konya Yurdu’nu da alsın, her şeyi devlet alsın, her şeye devlet el koysun, en iyisi budur, en güzeli budur, bu gibi hususlarda beni bir daha rahatsız etmeyiniz, siz bilmiyor musunuz kapımın önünde hâlâ hafiyeler var, HANGİ CESARETLE GELEBİLİYORSUNUZ EVİME!” dedi.
Ayağa kalktım, Osman Bölükbaşı Bey’in elini sıkarak iyi günler diledim ve Agâh Bey’e dönerek:
“Evinize gelmem benim için değil, sizin için bir cesâret meselesidir, iyi günler” dedim ve çıktım.
MHP’nin tok sesli anlı şanlı güçlü hatibi Agâh Oktay Güner o gün bana bunları söylerken, MHP Ankara Dâvâsı sanıklarından İsmail Şimşek Mamak’ta zehirli siroz hastalığıyla boğuşuyor, sirozun o bal sarısı rengi gözlerine yuvalanıyor ve günden güne ölüme yaklaşıyordu; hayatı eline yüzüne bulaştırmıştı.
MHP’nin tok sesli anlı şanlı güçlü hatibi Agâh Oktay Güner o gün bana bunları söylerken, ülkücüler idam sehpalarına yürüyorlardı; hayatlarını ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı.
MHP’nin tok sesli anlı şanlı güçlü hatibi Agâh Oktay Güner o gün bana bunları söylerken, ülkücüler Mamak Cezaevi’nde işkence çekmeye ve işkenceden ölmeye devam ediyorlardı; hayatlarını ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı.
MHP’nin tok sesli anlı şanlı güçlü hatibi Agâh Oktay Güner o gün bana bunları söylerken, ülkücüler Mamak Cezaevi’ndeki hücrelerinde ışığa ve bir selama muhtaç “ÜŞÜYORUM” şiirleri yazıyorlardı; hayatı ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı.”s.15-17”
Lçevrenize şöyle bir bakın, belleğinizi zorlayın, geçmişte yaşananları bir anımsayın, çevrenizde ne kadar çok Agah Oktay Güner gibi çakma “Ülkü Devi” olduğunu farkedeceksiniz.
Bu güzel hatırlatma, gerçeği anlatmaları nedeniyle Adil Özcan ve Adnan İslamoğlu’na bir kez daha teşekkür ediyorum.
ADANA
Az önceADANA
1 saat önceADANA
5 saat önceADANA
19 saat önceADANA
23 saat önceADANA
1 gün önceADANA
2 gün önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.