Son günlerde İstanbul’da verdiği konserle gündeme gelen Manifest Grubu, müzik dünyasında kendi yolunu çizen, genç ve cesur bir grup olarak dikkatleri üzerine çekti. Ancak bu grubun yarattığı etkiler sadece müzikle sınırlı kalmadı. Siyasal İslamcı çevreler, grup üyelerine yönelik ağır eleştirilerde bulunarak, onları sanatçı olmamakla suçladı ve konserlerinin toplumsal ahlakı tehdit ettiğini ileri sürdü. Sosyal medyada başlatılan linç kampanyası, bu grubun sanatını ve özgürlüklerini hedef alırken, toplumsal hoşgörü ve sanat özgürlüğü konularında önemli bir tartışma başlattı.
İlginç olan, bu grubun konserlerine gitmeyen, dinlemeyen ve sadece sosyal medyada yorum yapan kişilerin, sanatçılara yönelik hakaretler yağdırmasıdır. Bir konseri izlemeyen ve grubun sanatını anlamayan bu kesim, toplumsal ahlakı koruma adına harekete geçtiğini iddia ederek, Manifest Grubu’nun konserlerini yasaklama çağrısı yapmıştır. Konuyla ilgili olarak Adana Valisi Yavuz Selim Köşger’e yönelik bir baskı da oluşmuş, Yeniden Refah Partisi Adana İl Başkanı’nın yaptığı açıklama ile konserin iptal edilmesi talep edilmiştir. İl Başkanı, “Sanat kisvesi altında gençlerimizin maneviyatını, ahlakını ve aile yapısını hedef alanlara asla müsamaha gösteremeyiz” diyerek, bu tür konserlerin toplumsal yapıya tehdit oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Bu açıklamalardaki asıl endişe, sanatın toplumsal değerlerle örtüşmesi gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Ancak sanatın, özgürlüğün ve yaratıcı düşüncenin temel bir ifade biçimi olduğunu unutmamak gerekir. Toplumun tüm kesimlerinin sanatını aynı kalıplara sokmak, sanatı anlamak yerine onu bir ideolojik araca dönüştürmek, sadece özgürlüğün kısıtlanmasına neden olur. Buradaki sorun, bir grup sanatçının toplumsal ahlaka uymayan bir tavır sergilediğini iddia edenlerin, sanatın özgür ve çok sesli yapısını tehlikeye atmalarıdır.
Peki, bu düşünce yapısının ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için bir karşılaştırma yapmak gerekirse, aynı şekilde bir grubun, örneğin dini içerikli şarkılarla ve konserlerle sahneye çıkıp, bir grup sanatçıyı toplumsal yapıya aykırı hareket etmekle suçlayan bir toplum düşünün. Eğer, sol/sosyalist çevreler, ilahi tarzındaki şarkıların sosyal yapıyı bozduğunu iddia ederek konserlerin yasaklanmasını isteselerdi, ne olurdu? Ya da bir grup sanatçıyı, “sanatçı” olarak görmeyip, konserlerinin yasaklanmasını isteyenler, kendi dünya görşünü seslendiren sanatçılara aynık suçlamalar yapılsa ne hissederdi? Bu tür baskılar, sadece bir ideolojiye dayalı tek bir düşüncenin topluma dayatılmasına yol açar.
Sanatın özgürlüğü, bireysel ifade özgürlüğünün en temel unsurlarından biridir. Hiçbir ideolojik grup, diğerlerinin sanatına müdahale etme hakkına sahip değildir. Sanat, bir toplumun farklı düşünce biçimlerini, kültürel mirasını ve toplumsal yapılarını yansıtan dinamik bir alandır. Bu yüzden, yalnızca belirli bir dünya görüşünü yansıtan sanat biçimlerine saygı duymak, sanatın özünü anlamamak demektir. Aynı şekilde, yalnızca toplumsal normlara uyan sanatın varlığına izin verilmesi, sanatın gücünü ve etkisini kaybettirir.
Toplumun farklı kesimlerinden gelen sanatçıların sahneye çıkması, bu toplumu daha zengin, daha çeşitli ve daha hoşgörülü kılar. Bugün, Manifest Grubu’nun 12 bin kişilik bir izleyici kitlesine ulaşması, onların sanatının toplumsal bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Manifest Grubunu izleyenler parasıyla bilet alıp konser yerine gitmişler. Acaba grubu eleştirenlerin çok sevdikleri dinsel müzik içerikli, ödüllü konserler bilet satılarak yapılsaydı acaba kaçı cebinden para veripr bilet alarak etkinliğie giderdi. Sanatçılar, sadece toplumun kendi kesimlerini değil, tüm insanları kucaklamalıdır. Fakat, siyasal ideolojiler tarafından dayatılan sanat anlayışı, bu çeşitliliği yok eder. İnsanlar, sadece kendi görüşlerine uygun olan sanatçılara yer bırakıldığı bir toplumda, sanatın ruhunu kaybederler.
Yapılması gereken şey, sanatçıların özgürlüklerini savunmak, onları ideolojik baskılara karşı korumak ve her türlü dayatmaya karşı durmaktır. Sanat özgürlüğü, sadece Manifest Grubu’nun konserini savunmakla değil, tüm sanatçılar için bir hak olarak kabul edilmelidir. Aynı şekilde, toplumsal hoşgörü ve adalet de, her türlü sanat eserinin ifade özgürlüğüne sahip olmasını sağlamalıdır. Yasakçılara ve toplumu kendi dünya görüşlerine göre şekillendirmeye çalışanlara karşı durmak, sanata ve özgürlüğe sahip çıkmak, bu çağın en büyük sorumluluğudur.
Sonuçta, toplumsal huzur, sadece bizim görüşlerimize uyan sanatla değil, tüm sanatların özgürce ifade bulabildiği bir ortamda mümkündür. Bugün, Manifest Grubu’na yapılan saldırılar, yarın başka bir grubun sanatını hedef alacak. Toplumsal adaletin ve sanat özgürlüğünün korunması için, herkesin farklılıklarına saygı gösterdiği bir sanat anlayışı benimsenmelidir.
**
Mevlüt Abi’nin Not Defteri
Aday olmak için İlk Adım
Geçen hafta sonu, her zaman olduğu gibi Sarıçam’ın mahalle turlarındaydım. Hani, o her hafta sonu mahalle kahvelerini dolaşan, herkesle selamlaşan, biraz da dedikodu yapan tiplerdenim. O gün de öyle, susamışım, bir çeşme başında su içmeye durdum. O sırada birinin kahvehaneye doğru gittiğini fark ettim. Hani insan bazen, “Ben bu adamı nereden tanıyorum?” diye düşünür ya, aynen öyle bir şey oldu. Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Kimdi bu? Belleğimi yokladım, iyice zorladım, neredeyse beynim dondurucudan çıkar gibi oldu. Sonunda… buldum! O kişi, bizim meşhur müzmin milletvekili, belediye başkan adayı, belediye meclisi adayı, muhtar adayı… yani her şey adayıydı. Adı Hasan Koltukçu idi.
Beni aniden tanıyıp “Ne yapıyorsun burada?” demedi ama içimden “Hadi bakalım, bir kahve içelim de, biraz sohbet edelim” dedim. Ardına düştüm, peşinden kahvehaneye girdim. Koltukçuzade Hasan, benim gelmeme çok aldırış etmeden nutuk atmaya başlamıştı bile. Bir yanda “Sarıçam’a hizmet yok, ben belediye başkanı olursam ilçeyi cennet yapacağım” derken, diğer yanda da “Türkiye’nin en büyük cazibe merkezi olacak” diyordu. Neredeyse Mars’a falan da hizmet götürecek gibi bir havası vardı.
Bir saat kadar dinledim. O sırada bir yandan da, “Ulan bu adamın dedikleri ne kadar uçuk, acaba ben de aday olsam mı?” diye düşünmeye başladım. Ama Koltukçuların Hasan Bey, öyle bir anlatıyordu ki, “Bu adamda bir şey var!” diye düşündüm. Sonunda konuşmasını bitirdi, ben de çayı alıp masasına gittim.
“Hayırdır, seçimlere daha çok var, erken başlamışsın. Hangi partiden adaysın?” dedim. O da gülerek, “Henüz bir partim yok. Ama erken kalkan yol alır, ben de şimdiden çalışmaya başladım. Bak, öyle kolay değil. Ben seçimlere kadar o kadar yol alırım ki, diğer adaylara tur bindiririm, onlar da sonunda bana ‘Aday ol’ diye yalvarır. Kasama uyan parti, beni aday yapar” dedi.
Vallahi, Koltukçuzade’nin bu söylediklerini duyunca “Aç tavuğu rüyasında darı görmesi gibi bir şey” olduğunu düşündüm. Ama öyle bir özgüven var ki, aklınıza gelmez. Adam, öyle rahat bir şekilde kendi başkanlık rüyasını anlatıyordu ki, sanki Sarıçam’ın kaderi Koltukçuların Hasan’ın elindeydi. “Beni başkan yapmazlarsa yazık olur!” havasında.
Ama işin en komiği, gerçekten “Yahu ben de mi aday olsam?” diye düşünmeye başlamış olmam. Hasan Koltukçu’yu bu kadar ciddiye alan bir adam varken, benden de olur belki, dedim içimden. Hani diyorlar ya, “Birinin başkanlık hayali var diye, herkes de başkan olabilir mi?” diye. İyi de, Koltukçuzade’nin hayalini görünce, “Neden olmasın?” dedim.
Ama sonra birden fark ettim, Hasan Koltukçu’nun kafasındaki o başkanlık rüyasını ve seçimdeki o inançlı halini görünce, “Ulan, ben de bir partiden aday olsam ne olur ki? Herkesin hayali değil mi zaten başkanlık?” diye de düşündüm. Hatta ben de küçük bir açıklama yapayım: “Ben de seçimlere kadar yola devam ederim. Kafama uyan parti beni aday yapar!”
Fakat sonra şunu düşündüm: Hasan Koltukçu’nun her seçimde aday adayı olması, belki de bu işin sırrıdır. Adam ne kadar “Aday adayı” olursa, o kadar “Başkan” adayı olabilir. Yani, Hasan Koltukçu’nun sırrı şu: Eğer bir yerel seçimde “Beni aday yapın” diye bağırmak istiyorsanız, önce sabahları erken kalkmalı, mahalle kahvelerini dolanmalı, sonra da her fırsatta “Aday olacağım, ben en iyisiyim” diye gezmelisiniz.
Hasan Koltukçu’nun tek farkı, bu sırrı çözüp yıllardır “adayı” kalabilmesi. Aslında belki de bu yazıyı yazarken, kendi adaylığımı duyuruyorum, kim bilir? Yine de, başkanlık rüyalarını çok erkenden görmemek gerek. Neyse, bakalım Koltukçuların Hasan’ını aday yapacaklar mı?… Benim bir “tur bindirme” stratejim yok ama şansımı denerim belki!
Benim Koltukçuzade Hasan’dan ne eksiğim var!
ADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önceADANA
Az önce